Önizleme

25 Nisan 2011 Pazartesi

ABD belgelerinde Tayyip'le pazarlık...Emin Çölaşan

Sözcü yazarı Emin Çölaşan, AKP-ABD-Cemaat ilişkisini gözler önüne seren yazışmayı açıklıyor

SEVGİLİ okuyucularım, elimde gazeteci arkadaşım Merdan Yanardağ'ın çok ilginç bir kitabı var.

"Bir ABD-AKP-Cemaat Projesi Ergenekon Darbesi. 1. Cumhuriyetin Sonbaharı." (Destek Yayınevi)
Bu kitabın ne olduğunu, neleri anlattığını isminden rahatça anladınız zaten! Biliyorsunuz, birileri tarafından ele geçirilen ve ABD'nin en gizli yazışmalarını açıklayan VVikiLeaks belgeleri dünyayı sarstı. Sadece dünyayı değil, Türkiye ile ilgili bölümler bizi de sarstı.


AKP'nin yayın organlanndan olan Taraf gazetesi bu belgeleri yayınlama hakkını satın aldı. Bunlar o gazetede yer buluyor ama kritik, iktidara ve hükümete zarar verecek bölümleri özellikle sansür ediliyor.
Merdan Yanardağ, bu ilginç kitabında çarpıcı bir VVikiLeaks belgesi açıklıyor... Ve bu belge, Tarafta sansür edilmiş! Yani Türk kamuoyuna duyurulmamış.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, 22 Mart 2003 tarihli bir gizli kriptoyu VVashington'a gönderiyor. Bu sırada AKP, beş aylık iktidar. Aşağıda okuyacağınız satırlar bir ibret belgesidir. Tarafın makasladığı bölüm şöyle:

"Türk generaller AKP'den seçilen Tayyip Erdoğan'ın davranışlarından büyük rahatsızlık duyuyor. Erdoğan güçlü bir müttefikimizdir. Generallerin bu tutumu Amerikan çıkarlarının korunması açısından engelleyicidir.
Orgeneral (o sırada Genelkurmay Başkanı olan) Hilmi Özkök'ün sadakatli duruşuna sahip çıkmalıyız.
Muhalif orgeneraller, Hilmi Özkök'ün çizgisine itiraz etmekte.


Erdoğan kendisine desteğin (Amerikan desteğinin) devamı halinde ABD'nin bir müttefiki olarak Ortadoğu ve Irak dahil olmak üzere Türk hava sahasını, kara ve demiryolları ile Mersin ve İskenderun limanlarını kullanımımıza açacağını taahhüt etmektedir."

Uzlaşmaya bakın siz!.. İşin ilginç yanı, bu gizli kriptoda daha sonra bazı komutanların isimleri veriliyor... Ve bir süre sonra Türkiye'de patlayacak olan Ergenekon ve Balyoz davalarının ilk işaret fişeğini ABD'nin patlatmış olduğu açıkça ortaya çıkıyor. İşte o isimler:

"Ancak (ABD olarak) Türk Ordusu'ndaki üst rütbeli subaylar tarafından sürekli engellenmek istenmekteyiz. Amerikan çıkarlarına karşı çıkan orgeneraller Aytaç Yalman, Şener Eruygur, Çetin Doğan. Hurşit Tolon, Fevzi Türkeri, Tuncer Kılıç ve Yaşar Büyükanıt, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün emir ve talimatlarına uymadıkları gibi, her an muhtıra verebilirler."

Şu tabloya ABD Büyükelçisinin yazdıklarına bakar mısınız! Yukarıda isimleri sıralanan orgenerallerin bir bölümü bir süre sonra gözaltına alınıp tutuklandı, bazıları bırakıldı, bir bölümü ise şu anda cezaevinde ve yargılanmaları devam ediyor.
ABD büyük ülk! Tayyip'e övgüleri ve komutanlardan yakınmaları taaa 2003 yılında başlamış, resmi belgelere giriyor, hemen ardından da Ergenekon ve Balyoz davaları devreye giriyor.
Bunlara 'Raslantı' diyebilir misiniz!
Şimdi yine aynı belgeden yola çıkarak, işin en çarpıcı boyutlarından birine geliyoruz. Büyükelçi Robert Pearson, VVashington'a gönderdiği gizli kriptoda şöyle diyor:
"Bu bakımdan değerlendirildiğinde, (AKP adına) güçlü bîr medya grubunun oluşturulmasına acilen ihtiyaç duyulmaktadır. Bu konu Recep Tayyip Erdoğan'la paylaşılmış olup, gereğinin yapılacağı hakkında olumlu değerlendirmelerin yapıldığı ve yapılacağı teyidi alınmıştır. (Doğrulatılmıştır.)"


Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti adına yapılan müthiş ve yüz kızartıcı pazarlıklar.
Şimdi karşımıza çıkan şu manzaraya bir kez daha bakalım. ABD, Bay Hilmi Özkök'e taa o zaman sahip çıkıyor, öteki komutanların AKP ve ABD'ye karşı olduğunu, hatta muhtıra vereceklerini iddia ediyor.

Sonrasında Ergenekon ve Balyoz davaları gündeme sokuluyor, komutanları yaka paça gözaltına alınıp tutuklanan Türk Ordusu bu yolla tasfiye edilip etkinliği ve saygınlığı yok ediliyor.

Sonra sıra geliyor, AKP'ye destek olacak yeni bir medya yaratılmasına!

Ankara'daki ABD Büyükelçisi, belli ki bu konuyu Tayyip'le yüz yüze konuşmuş. Kriptodaki ifadelerden bu çıkıyor... İki taraf da bu yeni yalaka AKP-Fethullah medyasının yaratılması konusunda görüş birliğine varıyor.
• • •
Sonrasında olanlara bakalım. TMSF, Turgay Ciner'in Sabah gazetesi ile atv televizyonuna el koyup satışa çıkardı. Tamamen iktidar yandaşlığına dönüşen bu yayın organlarının yeni sahibi, AKP'nin en yakın sermaye sahiplerinden Ahmet Çalık.
Bu yayın kuruluşlarını alması için Çalık'a iki devlet bankasından. Halkbank ve Vakıfbank tan birkaç yılı ödemesiz trink 750 milyon dolar kredi verildi.


Sonra, Uzan Ailesi'nin Star gazetesi, yine AKP'nin sesi olması amacıyla ve yine TMSF tarafından, AKP'li işadamı Ethem Sancak'a devredildi.


Taraf gazetesi kuruldu.
Bugün gazetesini ve televizyonunu Fethullah ekibi kurdu.
Fethullah'ın Zaman gazetesi iyice palazlandı. Öyle ki, her gün AKP propagandası yapan 850 bin gazeteyi Türkiye'nin dört bir yanında beleş dağıtmaya başladı.
İktidarın hizmetindeki gazete ve televizyonlara yenileri eklendi.

Ama en önemlisi, altı gazetesi ve üç televizyonu ile medya imparatoru olan Aydın Doğan'ı, üzerine vergiciler göndererek ve korkunç para cezaları kestirerek korkutmaları ve susturmaları oldu. Maddi ve manevi açıdan bitirilen Aydın Doğan korktu, yayın organlarının ibresini -mahallenin namusunu korumak için göstermelik tutulan birkaç yazar dışında-tamamen Tayyip e çevirdi. İktidarın elinde tutsak edildi.
İktidara muhalefet yapabilen üç televizyon kanalı vardı. Başkent tv, art ve Ulusal Kanal. Bunların üçünün de maddi veya manevi sahipleri, Mehmet Haberal, Mustafa Özbek ve Doğu Perinçek, Ergenekon'dan tutuklandı.


Şimdi arayın bakalım, Ulusal Kanal dışında bu iktidara muhalefet sergileyen bir tek televizyon kanalı bulabilir misiniz! Sözcü, Yeniçağ ve Cumhuriyet dışında korkmayan kaç gazete vardır


Sevgili okuyucularım, bizler gazeteci geçiniriz. Herkes bizim kulağı delik (!) olduğumuzu, pek çok konuda bilgi sahibi olduğumuzu zanneder!
Meğer 2003 yılında ABD ile Tayyip arasında ne görüşmeler ve pazarlıklar yapılırmış, ruhumuz bile duymamış. Dünyadan habersiz yaşıyormuşuz. Yaşasın WikiLeaks!
Merdan Yanardağ yukarıda sözünü ettiğim kitabında bu gelişmeleri özetle şöyle değerlendiriyor:
"Bu VVikiLeaks belgesi üç şeyi ortaya koyuyor.
1- ABD kirli pazarlıklar sonucunda AKP'ye destek vermektedir. Ergenekon (Balyoz) soruşturmasının bir ABD-AKP-cemaat (Fethullah) projesi olarak örtülü bir darbe süreci olduğu belgelenmektedir.
2- Ergenekon ve Balyoz'da yargılanan subaylar darbe hazırlığı nedeniyle değil, ABD ve AKP'ye muhalefet ettikleri için soruşturma kapsamına alınmışlardır. Belgede adı geçenlerin tek istisnası Yaşar Büyükanıt'tır. Onun nedeni ise 4 Mayıs 2007 tarihinde Dolmabahçe'de Tayyip Erdoğan'la yaptıkları kapalı görüşmede sağlanan anlaşmadır. TSK komuta kademesi bu görüşme ile AKP iktidarına teslim olmuştur.

3- AKP ve ABD yanlısı güçlü bir medya oluşturma talebi, belgede açıkça ifade edilmiştir. Bu arzu medyanın hızla değişen sermaye bileşimini, yandaş ve İslamcı basın yayın organlarının kazandığı olağanüstü gücü, Doğan grubunun rehin alınmasını, Sabah, atv ve Uzan grupları gibi büyük medya şirketlerinin iktidar gücü kullanılarak ele geçirilmesini açıklamaktadır. VVikiLeaks belgesinde yer olan bu talep 2011 Türkiyesinin medya ortamına bakıldığında, büyük ölçüde gerçekleşmiştir."
ABD ile pazarlık ve işbirliği yapmışlar, komutanlar tutuklanmış, davalar açılmış, medya ele geçirilmiş!.. Ve biz bunları ABD'nin gizli belgelerinden öğreniyoruz.
Burası Türkiye, sonrasının nasıl geleceğini hiç kimse bilemez!

EMİN ÇÖLAŞAN/ SÖZCÜ




Atatürk’ün 86 yıllık kehaneti:

1922 yılında, Mustafa Kemal Atatürk, Konya’ya yaptığı ziyarette bir medreseye gittiğinde orada bulunan bir molla, medreselerin sayısının arttırılmasını ve medrese öğrencilerinin askere alınmamasını rica eder. Bunun üzerine kendini tutamayan Atatürk, özelikle bu askere alma meselesine karşı olan mollaya kesin bir ifadeyle cevap verir:



"Ne o, yoksa sizin için medrese, Yunanlıları mağlup etmekten, halkı zulümden kurtarmaktan daha mı değerlidir? Millet kan içinde yüzerken, halkın en iyi çocukları cephelerde dövüşür, yurt için canlarını feda ederken siz burada, genç sapasağlam delikanlıları besiye çekmişsiniz! Bu asalakların askere alınmaları için hemen yarın emir vereceğim..."

Mustafa Kemal, medreseden ayrıldıktan sonra yanındaki Sovyet Rusya Elçisi Aralov’a otomobilde şu açıklamayı yapar:

"Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları mali dayanaklarından, vakıflarından yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu vakıflar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar"

Atatürk, Aralov’a medreseler hakkında bilgiler vererek, Anadolu topraklarında halen delikanlıları askerden kaçıran on yedi bin medrese bulunduğunu söyler. Atatürk, bu ülkeyi mollaların dualarının değil, Türk askerinin dökülen kanının kurtardığını, başka vesileler ile başka yerlerde de dile getirir. Buna karşılık bu dinci molla takımı, ülkenin dört bir yanı işgal altında iken, askeri gücün oluşmamasını engellemeye çalışmaktadırlar. Ki; bu zihniyet ne yazık ki hiçbir zaman değişmemiştir..." (9).

Mustafa Kemal Atatürk’ün günümüzden 86 yıl önce Konya’da Türkiye’deki medreseler hakkında Sovyetler Birliği’nin Ankara Büyükelçisi Aralov’a söylediği; "Savaş sona erince onlarla daha ciddi konuşacağım! Her şeyden önce onları mali dayanaklarından, vakıflarından yoksun edeceğim. Yurt topraklarının büyük bir parçası, nerede ise üçte ikisi, belki de daha çoğu vakıftır. Bu vakıflar mollaların yaşama kaynaklarıdır. Bunların çoğu köylülerin elinden alınmış topraklardır. Buna son vereceğiz. Bir de utanmadan hükümetten yardım istiyorlar" sözü ile başta iki üç gün önce çökerek 18 genç kıza mezar olan Balcılar Kasabası Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği’nin kaçak binası arasında bir ilişki yoktur diyebilir misiniz? Keşke diyebilseydik.

Mustafa Kemal Paşa bundan tam 86 yıl önce Balcılar Beldesi’ndeki olayı tahmin etmiş gibidir sanki. Hem Balcılar’daki kaçak Kur’an Kursu’nu, hem de İstanbul’un Kasımpaşa semtindeki Büyük Piyale Kur’an Kursu ve Okul Talebelerine Yardım Derneği Binası’nı. Allah’tan İstanbul Belediyesi popülizm yapıp Piyale Paşa Kur’an Kursu’nu yıkmaktan imtina etmedi de ülkemiz ikinci bir Balcılar faciası yaşamaktan kurtulmuş oldu. Şimdi anladınız mı Süleymancı Cemaati ve benzeri dini cemaatlerin Büyük Atatürk’ü neden sevmediklerini? Keşke onun ilkelerine sahip çıkabilseydik de, ülke topraklarını ve bu ülkenin zenginliklerini bu tür kan emici grupların süflî emellerine kurban etmeseydik...

Bu anlatılanlar, Mustafa Kemal Paşa’nın laiklik ilkesini neden o denli istediğinin sebebini de açıklıyor aslında. O, din adına ve dini kullanarak dünyalık peşinde koşanların farkındadır ve hayatı boyunca bu çarkı ortadan kaldırmak için uğraşmıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın "bu ülkeyi mollaların dualarının değil, Türk askerinin dökülen kanının kurtardığı" şeklindeki söylemi tam da Yavuzca bir söylemdir...


Şimdi Zahirelik Zamanı...Bekir Coşkun/Cumhuriyet

Adaylar belli oldu...

Şimdi seçmene bu adayları yutturmaya geldi sıra...

Ki oy versinler...

*

O yıllarda adayın birisi ayakkabıların sağ tekini dağıtmıştı seçmene...

Öbür teki kazanırsa...

Kazanıp da aceleden telaşla Ankara’ya uçtuğu için, seçmen elinde birer tek sağ ayakkabıyla kalakalmıştı ve soruyordu muhtara:

“Ara seçim ne zaman?..”

İkinci seçimde diğer aday düdüklü tencerenin kapağını dağıttı...

Böylece o seçim sonunda da herkesin bir düdüklü kapağı ile bir tek sağ ayakkabısı vardı...

*

AKP geçen seçimde buzdolabı ile üçlü kanepe dağıtmıştı...

Kamyonun önüne oturup eve teslim eden valiyi duydunuz; geçen gün hakkında iki soruşturma açıldı...

Birisi; anaokulu inşaatında yolsuzluktan...

Öbürü; kullandığı banyo köpüğü ile tıraş jelini devletin parası ile almaktan...

*

İşte bir seçim daha...

Bu sefer çift kapaklı gardırop ile çekmeceli televizyon altlığı da gelir... Belki orta halısı, belki de yatak odası takımı...

Buharlı ütü de ara seçimlerde artık...

*

Zahire zamanıdır aynı zamanda...

Seçmen bekliyor:

Nohut...

Mercimek...

Pirinç...

Makarna...

*

Bu insanlarla demokrasi başka türlü olmuyor...

Çağdaşlık, adalet, insan hakları, özgürlük, sevgi, barış, kültür gibi yüce değerlerin paylaşılması ile yürümüyor meret...

Hırsızlık, menfaat, avanta, beleş, çıkar, yağma, talan gibi duyguların paylaşılmasıyla işliyor demokrasi...

Normalde Yüce Divan’da yargılanması gereken genel başkanın belirlediği adayların... Duş jelini devlet bütçesinden alan valinin dağıttığı üçlü kanepeye tav olan seçmen tarafından seçilmesi ile oluyor bu işler...

*(atsr)

Adaylar tamam...

Şimdi zahirelik zamanı...

Bekir Coşkun/Cumhuriyet



Dün Gece de Çocuklar Uyumadılar...Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun yazdı

 Dün Gece de Çocuklar Uyumadılar...
Mutfaklardan tıkırtılar geldi...

Buzdolaplarının kapıları açıldı, kapandı...

Henüz “ah”, “of”, “vah” çekmeyecek yaştalar...

Çocuklar bir uykusuz gecede daha, evlerin içinde mutsuz, huzursuz, uykusuz, hayalet gibi dolandılar...

*

Bu millet sekiz senedir başına geleni anlamadı...

Ama çocuklar farklılar...

Bu nedenle sokaklara dökülüp ÖSYM’deki haklarını arıyorlar, büyükler televizyonda Cumhurbaşkanı’nın nasıl “tatmin olduğunu” bön bön dinlerken...

Sorsanız büyüklere:

“Beyefendi nasıl buldunuz?..”

“Tatmin olduk tabii...”

“Nasıl?..”

“Şimdi üst üste koyuyorsun... Üstteki alttakine denk geldi mi, ya da denk gelmedi mi, ona göre tatmin olunuyor... Zaten büyükten küçüğe göre sıraya koyunca, en büyük Cumhurbaşkanı... O tatmin olduğuna göre bir bakıma...”

*

Ne bakıyorsunuz Cumhurbaşkanı’na?..

O okudu anlamadı...

ÖSYM Başkanı’na sordu. “Dinledim, şifre olmadığına tatmin oldum” dedi...

TBMM Başkanı; Cumhurbaşkanı tatmin olduğu için “tatmin” oldu...

Milli Eğitim Bakanı; baktı ki Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı tatmin olmuş... “Ben de tatmin oldum” dedi...

YÖK Başkanı...

“Bir tatminsizliğinin olmadığını” söyledi...

*

Demek ki ÖSYM Başkanı, Başbakan’ı bekliyormuş... Başbakan tam “Tatmin oldum, gizli şifre yok...” dedi ki...

ÖSYM Başkanı açıkladı:

“Gizli şifre var...”

*

O zaman dünyanın her yerinde yapılanı yapmalı...

Bir:

ÖSYM Başkanı ve ÖSYM kadrosu olduğu gibi oradan uzaklaştırılır...

İki:

Sınavlar iptal edilir...

Üç:

Yeniden güven duyulan bir kadroyla sınav yapılır...

Dört:

Olmadı, 1 milyon 700 bin dava açarsınız ÖSYM’ye...

*

Yoksa...

Bu çocuklar uyumazlar...


(atsr)

Şeytan çok üzgündü...Bekir COŞKUN

(18 Nisan 2007-hurriyet)....

BAŞBAKAN'ın cumhurbaşkanlığı turları sürüyor.
 Yedi kez garpten şarka doğru, yedi kez şarktan garba doğru tur attıktan sonra, Çankaya'ya tavaf vecibesi için üç adım öne...
Sıra şeytan taşlamaya geldiğinde ise taşı sallıyor;

"Çırpındıkça batıyorlar, çırpındıkça batıyorlar... Daha da batacaklar... Beni sen seçecek değilsin, ben de seçecek değilim... Kim seçecek?.. Parlamento..."

Şeytanın kafası, şeytan olalı ilk kez karışıyor.

Parlamento kim?..

Ayrıca nasıl oluyor ki; bundan beş yıl önce aldığı yüzde 34 oyla beş yıl başbakan olduktan sonra, şimdi o beş yıl önceki oyla artı yedi yıl cumhurbaşkanı olacak?

*

Muhtemelen şeytan "Buralar bana göre değil..." deyip tam tüyerken, TBMM Başkanı Bülent Arınç'tan şu müthiş "şeytan çatlatan" açıklama geliyor:

"Millet dindar cumhurbaşkanı istiyor..."

Ve şeytan oturup dizlerine vurarak ağlıyor.

Söyleniyor burnunu çeke çeke:

"Ben de kendimi şeytan zannederdim... Buralarda şeytanlık vazifesi yapmam mümkün değil... Nedir bu başıma gelenler?.."

"Dindar"lık her işlerine yaradı bu arkadaşların.

Parti kurdular, oy topladılar, iktidara geldiler, hükümetler oluşturdular, Türkiye'nin altından girip üstünden çıktılar.

Tümü "dindarlık" sıfatı altında.

Ama bir gün dindarlığın "cumhurbaşkanı seçmeye de yarayacağını" duysaydık asla inanmazdık.

Çünkü bizler laik bir ülkemiz var sanıyorduk.

İşte o zaman haber geliyor:

"Şeytan kafasını taşlara vuruyor..."

*

Eğer bu ülkedeki yaşam standardı; Rus steplerindeki, Arap adalarındaki, bir zamanlar Osmanlı'nın vilayetleri Balkan ülkelerindeki, yirmi yıl önce böcek yiyerek beslenen Uzakdoğu memleketlerindeki yaşam standartlarının daha altındaysa bir nedeni vardır.

Açlığın, sefilliğin, hırsızlığın ve yağmacılığın bataklığında debeleniyorsa koca Türkiye, sebepsiz değil bu...

Bol şeytanlıkların ve o şeytanlıklara kananların ülkesi eğer bu haldeyse...

Bu sefilliğin bir sebebi vardır da ondan.

Ve burnunu çeke çeke gitti şeytan...

Fareli köyün kavalcısı...Bekir COŞKUN..

(10 Nisan 2007-hurriyet)....

1950'den bu yana iktidar hiçbir zaman değişmedi.

Siz değişti zannettiniz.

Bayraklar, sloganlar, isimler, amblemler, liderler, tarihler, zamanlar değişti, ama iktidar aynı iktidardı.

60 yılın başbakanlarına bakmalısınız:

Demirel, Menderes'in "su müdürü" idi. Özal, Demirel'in müsteşarı; Erbakan, Özal'ın genel başkanı; Mesut Yılmaz, Özal'ın; Tansu Çiller, Demirel'in bakanı; Tayyip Erdoğan, Erbakan'ın belediye başkanı...

"Tek parti"dir bunlar.

AKP kadrolarının Demirel'in açtığı imam hatiplerden yetişmiş olması... AKP Hükümeti'nde Özal'ın bakanlarının yer alması... Dincilik, sermaye, Amerikancılık gibi işin özünde aynılık...

*

Dünkü Hürriyet'te Şükrü Küçükşahin'in haberi vardı:

DYP ve ANAP ilk adımı attılar, iki kardeş parti merkez sağda birleşebilirler.

ANAVATAN Genel Başkanı Erkan Mumcu, AKP kurmayı ve bakanıydı.

Fark etmez.

Bu seçimlerden sonra "tek parti" iktidarının sürmesi içindir bu yazılan-çizilen ön adımlar.

Belki de AKP-DYP-ANAVATAN koalisyonunun ilk adımı.

Maksat "tek parti" iktidarı sürsün.

*

Tayyip Erdoğan'ın "CHP 60 yıldır iktidar olamadı" sözleri tümüyle doğrudur.

60 yıldır "tek parti" iktidardadır.

Pekiiiiyyy, patronların AKP iktidarının eteğine yapışmasının sebebi nedir sizce?

Çünkü patronlar sadece o "tek parti"yi isterler.

Parti isimleri, bayrakları, liderleri değişse de, "tek parti"nin asla değişmeyen temel ilkeleri onlara göredir.

Menderes, Demirel, Özal, Yılmaz, Çiller, Tayyip...

Fark etmiyor.

*(atsr)

Ve şimdi ne yapıp yapıp "tek parti"yi sürdürme sürecini izliyorsunuz aslında.

Erdoğan cumhurbaşkanı olabilir, AKP seçimde iktidarda kalır; kalamaz gibi olursa DYP ile ANAVATAN desteğe hazırlanır...

Çünkü:

Fareli köydür burası.

Yine kaval sesi geliyor.

Badem...Bekir Coşkun/Cumhuriyet

“Liseliler de ayaklandı, memleketin dört bir yanında sokaklara döküldüler” diye haber verdiklerinde, Badem kızdı...

Dedi ki:

“XXX???!!!QQQ...”

*

O sırada Kürtler ayaklandı...

Şehirler savaş alanına döndü...

Ölenler ve yaralılar var...

Koştular haber verdiler...

Badem “XXX???!!!QQQ...” dedi...

*

Medya sokağa indi...

Gazeteciler tutuklu arkadaşları için protesto yürüyüşü yapıyorlar, dört bir yanda meydanlara toplanmış hukuk-mukuk istiyorlar...

Badem’e soruldu...

“XXX???!!!QQQ...” şeklinde görüşlerini açıkladı...

*

Hapisteki asker aileleri meydanlara çıkmaya başladılar...

Daha önce onların hak arayışını “XXX???!!!QQQ” şeklinde değerlendiren Badem, bu sefer de görüşlerini “XXX???!!!QQQ” biçiminde dile getirdi... Gazetecilerin “Suç belli olmadan yıllarca tutukluluk olur mu” sorusuna “XXX???!!!QQQ” diye yanıt vererek, sözlerini şöyle sürdürdü:

“XXX???!!!QQQ...”

*

Doktorlar işi bıraktı...

Sağlık çalışanları sokakta...

Hastanelerde iş durdu...

Badem bu konuda da “XXX???!!!QQQ” ifadesini kullandı...

*

“Çevreciler yurdun dört bir yanından sekiz koldan Ankara’ya doğru yürüyüşe geçtiler” dediklerinde...

Badem dedi ki:

“XXX???!!!QQQ”

*

Ressam bıçaklandı...

“XXX???!!!QQQ” açıklaması yapan Badem, polisin dövdüğü işçiler için de “XXX???!!!QQQ” dedikten sonra... Türkiye’de insan haklarının giderek gerilediğini raporunda açıklayan AB’ye de “XXX???!!!QQQ” şeklinde yanıt verdi...

*

Memleket kaynıyor...

Huzursuzluk ve korku, yerini isyanlara bıraktı...

Dört bir yanda olay var...

Şehirler savaş alanı...

Toplum paramparça...

İnsanlar sokakta...

“Valla Badem memleketi idare edemiyorsun” denildiğinde Badem “XXX???!!!QQQ” şeklinde tepki gösterirken, sözlerine şöyle devam etti:

“XXX???!!!QQQ...”
 (atsr)
Bekir Coşkun/Cumhuriyet

Utanma duygun yok usta...Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun yazdı

Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun yazdı

Utanma duygun yok usta...

*

Batı dünyası bugünlerde Japonları tartışıyor...

Dünyanın en korkunç felaketini yaşayan Japonlar niçin yağma yapmadılar?.. Niçin ekmeğin bitmekte olduğunu bildikleri halde sadece yarımşar ekmek aldılar da çuvalla unu eve taşımadılar?.. Neden yiyecek alırken sırayı bozup birbirlerini ezmediler ve dövmediler?..

Okurumuz Okşan Okandan da bunu soruyor...

O müthiş disiplin ve düzenin sebebi neydi?...

*

Japonların dini “Şintoizm”dir...

Peygamberleri yoktur...

Zaten cennetleri-cehennemleri de yok...

Japonların inanç ve ahlak anlayışı; bu dünyada, diğer insanların gözündeki imajı esas alır...

Yani korkuya değil, utanma duygusu temeline dayanır...

Utanma duygusundandır; o özveri, düzen, disiplin, saygı...

*

Senin utanma duygun yok usta...

Onun için ÖSYM depreminde sınav salonları liselilerin başına yıkılırken, sen sırıtarak onların geleceğini yağmalamaktan utanmıyorsun...

Ya da; hukuk depreminde yazarların, aydınların, gazetecilerimizin kafasına bilgisayarları ve kitapları düştü... Kimisi adaletin altında ezildi de sıkışıp kaldıkları yerde “Orada kimse var mı?” diye inleyip duruyor...

Sen ortalığı talan ederken...

*

Her gün deprem var:

İşte hukuk başımıza yıkılıyor...

Adalet tepemize iniyor...

Cumhuriyet sallanıyor...

Devlet çöküyor...

Yurt çatlayıp, patlayıp yarılıyor...

*

Ama sen...

Sıradan küçük insansan; kömür çuvalını, nohudu, gıda paketini, yarım altını... Artık ne avanta varsa alarak ve sırıtarak gidiyorsun...

Tepede oturmuş büyüksen; milletin gözünün içine baka baka altını-üstünü talan ettin memleketin...

Türkiye senin...

*

Niye?..

Utanma duygun yok çünkü usta...

Utanma duygun yok...

Şirine...Bekir Coşkun/Cumhuriyet

Şirine...
O bizim mahallenin köpeği...

Adı; Şirine...

Mahalleye geldiğinde çok küçüktü, çarpık çarpık gezindi... Muhtemelen annesinin başına bir şey gelmişti...

Uzun zaman ara sokaklarda dolanarak annesini aradı...

Tıpkı kaybolmuş çocuklar gibi...

Sonraları onun sesini duyardık uzaktan, kendince mahalleyi koruyordu...

Zamanla bahçelerdeki köpeklere bakıp herkesin bir evi olduğunu gördü ki... Boş bir inşaatın bahçesine gidip oturdu...

Sahipli bahçe köpeklerine akşamları yemek verildiğinde, o sadece yiyecek kokularını duya duya kim bilir, aç uyudu çoğu geceler...

*

Mukadder Hanım ona evinin bahçesini açtı...

İlk kez evi olmuştu Şirine’nin...

Bizler oradan geçerken ayaklarını tellere dayayıp “Burası benim evim” der gibi hem havlıyor, hem mutlu mutlu kuyruğunu sallıyordu...

*

Geçen gün Şirine yolun ortasında baygın bulundu...

Burcu Hanım onu arabasına koyup veterinere götürdü... Birkaç gün sonra Şirine’nin beyninde tümör olduğu haberi geldi...

Mahallede haber yayıldı...

Ayakta durmakta zorlanıyordu ve çok da yaşama şansı yoktu...

Onu tedavi ettirmek için mahallede herkes yardımlaştı.

Mukadder Hanım, Andree ve arkadaşları hemen hemen her gün onu veteriner kliniğinde görmeye gidiyorlar.

Evlerde hazırlanmış güzel yiyecekler götürüp, başını okşuyorlar...

Her gittiklerinde onu yüzü kapıya dönük, oturmuş, sevdiği insanları beklerken buluyorlar...

Belli ki mahallesini özlüyor Şirine...

*

Ben ise böyle bir mahallede, böyle iyi insanların arasında yaşadığıma seviniyorum ve şükrediyorum...

Şirine, çok önemli ve çok özlediğimiz bir şeyi başardı... Mahallede otuz senedir yaşayıp ama birbirini tanımayan, farklı yapıda, farklı düşüncede, farklı kesimden insanları dost yaptı...

Ben buna “sevginin kesiştiği yer” diyorum...

Bir buluşma noktası...

Duyguların randevusu belki...

*

Yarın pazartesi...

Arabalarına binip Şirine’yi görmeye gidecek komşular...

Şirine, yüzü kapıya dönük, onları bekliyor olacak...
 atsr
Bekir Coşkun/Cumhuriyet


Şüpheli şahıs...Bekir COŞKUN

25 Nisan 2009*hurriyet...
BİREYSEL protestolar Başbakanlık önünde giderek çoğaldıkça, polis geniş önlemler alıyor.

Elinde fırın, ütü, yumurta, domates, şişe, çakmak, paspas, tava, mutfak robotu olanlar, "Otomatik kahve makinesi ile bir şahıs yaklaşmaktadır" şeklinde merkeze bildiriliyor.

Merkez o yana kuvvet sevk ediyor.

Her an bir anons geliyor:

"Şüpheli şahıs, elinde matkap olduğu halde..."

O yana da kuvvet gönderiliyor.

*

Biliyorsunuz; Ecevit'e atılan yazar kasa, muhalefetin gensoru önergelerinden daha etkili olmuş ve tarihe geçmiştir.

Son günlerde, şehrin merkezinde olan Başbakanlık çevresinde polis her an tetikte:

"Bir şahıs görüldü merkez..."

"Elindeki?.."

"Eli cebinde..."
"Anlaşıldı... O yana kuvvet sevk edilmesi..."
*
Kimi zaman protestocular sadece bağırdıkları için, polis bunu da göz ardı etmiyor:
"Amirim şüpheli şahıs..."

"Suç unsuru?.."

"Ağzı..."
"Ağzı varsa o zaman söyleyecek iki lafı da vardır... Ağzını açması durumunda, ekip olarak sırtına binilmesi ve dilinin ters istikamete sevk edilmesi..."
"Kendisi kalsın, dilini mi alalım?.."
"Kendisi gidince dili de gider arkadaşlar..."
"Anlaşıldı..."
*(atsr)
Ama protestoların önü alınamıyor.
Vatandaşlarımız çakmak-benzin ile olsun, süpürge sapı ile olsun Başbakanlık önüne yöneliyorlar...

Her gün bir-iki protesto yaşanıyor.

Ben bu eylemlerin ne anlama geldiğini iyi bilirim, polis telsizleri durmuyor:

"Yaklaşan bir şüpheli görüldü amirim..."

"Elindeki?..."

"Kabak oyacağı..."

rakı yılmaz özdil-hurriyet

Neymiş efendim..
Atatürk rakı içiyormuş.
Aslandı o, aslan...
Aslan sütü içecek tabii.
*
Hadi siz "dönülmez akşamın ufkundayız" diye ince ince başlayın, ben de size yıllar önce yazdığım yazıyı anlatayım...
*
İçki yasaklanabilir.
Bence mahzuru yok.
Ama rakı asla...
Çünkü takunyalılar öyle zanneder ama, aslında "içki" değildir rakı.
*
Yurt sevgisidir örneğin...
İki tek attın mı, "n'olacak bu memleketin hali?" diye endişelenmezsin aksi olsa!
*
Tıp bazen çaresizdir...
O ilaçtır.
Gurbete bile iyi gelir.
*
Kontörsüz muhabbettir.
Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir.
Kahkahadır.
Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden hard disk'tir.
*
Botoks'tur bir nevi.
En kaknemi bile bir başka görünür gözüne...
Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır.
İçilir, güzelleşilir.
*
Herkesin gençlik hatası olabilir...
Bira içersin.Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah zannedersin. Amerika'da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler'de TIR parası ödersin, ayrı...
*
Kürkçü dükkánıdır.
Döner dolaşır, gelirsin.
*
Orhan Gencebay'dır.
Entel barlarda, sosyete kulüplerinde dinlemeye utanırsın...
Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin...
İstediğin kadar ağız burun kıvır, altın plağı hep o alır.
Tatlıses'tir.
Realite'dir.
*
Çocuktur, ağlarsın.
*
Hele beyaz "p"eynir ile "k"avun olursa sağında solunda...
Örgüttür.
PRK...
Ama bölücü değil, birleştirici örgüt.
Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Laz'ı da, Çerkez'i de. Sor bak, Ermeni'si de, Rum'u da, Yahudi'si de.
*
AB'cidir...
Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs'ı veresin gelir!
*
Madem gıcıksın rakıya...
Neden balık avlıyorsun o zaman kardeşim?
Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?
Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin...
İnek miyiz biz?
*
Yanlış şiir okuyorsun...
Hapse giriyorsun.
(Üstüne, yanlış şair okuyorsun...)
*
Oku bak...
Ne diyor dünya güzeli Orhan Veli:
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam...
Neymiş efendim..
Atatürk rakı içiyormuş.
Aslandı o, aslan...
Aslan sütü içecek tabii.
*
Hadi siz "dönülmez akşamın ufkundayız" diye ince ince başlayın, ben de size yıllar önce yazdığım yazıyı anlatayım...
*
İçki yasaklanabilir.
Bence mahzuru yok.
Ama rakı asla...
Çünkü takunyalılar öyle zanneder ama, aslında "içki" değildir rakı.
*
Yurt sevgisidir örneğin...
İki tek attın mı, "n'olacak bu memleketin hali?" diye endişelenmezsin aksi olsa!
*
Tıp bazen çaresizdir...
O ilaçtır.
Gurbete bile iyi gelir.
*
Kontörsüz muhabbettir.
Büst gibi oturan adamın bile çenesini açar, gülümsetir.
Kahkahadır.
Acısıyla tatlısıyla hatıraları kaydeden hard disk'tir.
*
Botoks'tur bir nevi.
En kaknemi bile bir başka görünür gözüne...
Çirkin kadın yoktur, az rakı vardır.
İçilir, güzelleşilir.
*
Herkesin gençlik hatası olabilir...
Bira içersin.Sonradan para kazanıp tenise başlayınca, şarap içmeyi matah zannedersin. Amerika'da TIR şoförlerinin içtiği viskinin dublesine Etiler'de TIR parası ödersin, ayrı...
*
Kürkçü dükkánıdır.
Döner dolaşır, gelirsin.
*
Orhan Gencebay'dır.
Entel barlarda, sosyete kulüplerinde dinlemeye utanırsın...
Ama hepimiz biliriz ki, ezbere bilirsin...
İstediğin kadar ağız burun kıvır, altın plağı hep o alır.
Tatlıses'tir.
Realite'dir.
*
Çocuktur, ağlarsın.
*
Hele beyaz "p"eynir ile "k"avun olursa sağında solunda...
Örgüttür.
PRK...
Ama bölücü değil, birleştirici örgüt.
Türk'ü de içer, Kürt'ü de, Laz'ı da, Çerkez'i de. Sor bak, Ermeni'si de, Rum'u da, Yahudi'si de.
*
AB'cidir...
Çünkü Rum öyle bir meze yapar ki, helali hoş olsun, Kıbrıs'ı veresin gelir!
*
Madem gıcıksın rakıya...
Neden balık avlıyorsun o zaman kardeşim?
Şerbetle mi yiyeceksin lüferi?
Ne anlamı var deniz börülcesinin, rokanın, radikanın, cibezin...
İnek miyiz biz?
*
Yanlış şiir okuyorsun...
Hapse giriyorsun.
(Üstüne, yanlış şair okuyorsun...)
*
Oku bak...
Ne diyor dünya güzeli Orhan Veli:
Şiir yazıyorum
Şiir yazıp eskiler alıyorum
Eskiler verip musikiler alıyorum
Bir de rakı şişesinde balık olsam...

YILMAZ ÖZDİL

10 Nisan 2011 Pazar

Demokrasi tıraşı....Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil yazdı...

Demokrasi tıraşı....Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil yazdı...
Bi yasama dönemi daha sona erdi.
Güya 550 mebus seçtik;Yunanistan, Belçika ve Finlandiya, üçünün toplam nüfusu kadar, 24 milyonbardak çay içildi. Lokantasında etli türlü birlira, hindi dolma iki lira, kuzu tandır dört lira, pilav elli kuruş olduğu için, dört milyon kişi yemek
 yedi, Norveç kadar... (Peynir tabağı bir lira, tabak hariç.)
Tıraştırmacı gazeteci olarak, tıraş’taki yasama faaliyetleri de gözümüzden kaçmadı tabii...
Efendim, yüce meclisimizde emektar berber vardı, Hüseyin, demokrasimizi 30 sene tıraş etti, eski dönemlerde mebuslarımız genellikle kel olduğu için, bir berber yetiyordu. ANAP geldi, gördüler ki, saç 3 lira, sakal 1.5 lira, fön avanta, dışarda 20 lira, e devletin malı deniz diyerek, eşi-dostu getirmeye başladılar. Baktılar ki, Hüseyin kendini jiletlemek üzere... Plan Bütçe Komisyonu’ndaki müzakereler neticesinde, oybirliğiyle takviye kararı aldılar.
Demokrasimizin poposu için 5’er bin dolardan 575 tane ceylan derisi İtalyan koltuk yaptıran Meclis Başkanı Kalemli, demokrasimizin tıraşı için Başbakan Mesut Yılmaz’la istişarelerde bulundu. Başbakan “Berna’yla istişare et” diyerek, eşine havale etti. Berna Hanım’la yapılan iştişareler neticesinde, Başbakan’ın küçük oğlu Hasan’ın berberi Ahmet, işe alındı. Bi tane de İtalyan berber arandı ama, bulunamadı, Kocaeli seçim
 bölgesinden Ekrem işe alındı, etti üç.
Böylece, Hüseyin, Ahmet, Ekrem koalisyonu kuruldu. Hüseyin’in tek başına iktidarı sona ermişti ama, tarife aynı kalmıştı. Orduevindeki tıraş daha ucuz
olduğu için, asker bu iktidar değişikliğine ses çıkarmadı. Demokrasi tıraşı uyumlu şekilde devam etti. 2003’e kadar.
AKP geldi, bürokrasideki istenmeyen kılları cırt diye sökmek için, zart diye kanun çıkardı, kamudaki emeklilik yaşını 65’ten 61’e indirdi. Bürokrasi sinekkaydı hale gelmişti ama, Hüseyin 63 yaşındaydı, usturayı yedi, emekli edildi. Berber sayısı tıraşlanınca, kriz çıktı, Plan Bütçe Komisyonu’ndaki müzakereler neticesinde, oybirliğiyle takviye kararı alındı.
Meclis Başkanı Bülent Arınç’tı, gideyim de yengeye sorayım filan demedi, iştişare mistişare yapmadan, kafadan, kendi berberi Mümtaz’ı işe aldı. Peşine, Cemal’i aldı, etti dört berber.
Hüseyin demokrasiyle sandığa gömülmüştü ama, fiyatlar yerinde kalmıştı. Asker, Arınç’a kıl olmasına rağmen, orduevi tarifesini göz önüne alarak, muhtıraya gerek olmadığı kanaatine vardı. Ancak... Kontr-muhtıra yedi! Bi emekli albay, Meclis’e başvurdu, “Orduevi berberlerinde ayrımcılık yapılıyor, yanlışlıkla berber koltuğuna oturduğumuzda, hemen bir er koşuyor, burası generallere ait diyor, ağrıma gidiyor” dedi. Meclis Dilekçe Komisyonu, bu hayati şikâyeti derhal işleme aldı, manşet yapılmak üzere yandaş medyaya servis
 edildi.
Tam demokrasi tıraşı dediğin böyle olur
 diye seviniyorduk ki, Yıldırım Mayruk’un terzi yamağı Barbaros Şansal, kafayı Meclis berberine taktı. İnternet sayfasında, mebuslarımızın tıraşını Mustafa Keser’in tıraşına benzeterek, “Bu tıraşla demokrasi zor” demeye getirdi.
Gözler bir anda Recai Berber’e çevrildi... Akabinde, kendisinin Meclis berberi olmadığı, AKP Manisa mebusu olduğu anlaşıldı.
Bu arada, AKP Sakarya mebusu Ayhan Sefer’le DYP Trabzon eski mebusu Mehmet Çakıroğlu’nun tıraş olurken, Süheyl Batum’a Ergenekoncu demesi, üç koltuk yanda tıraş olan CHP Sivas eski mebusu Mahmut Işık’ın tepkisine yol
 açtı. Mahmut Işık, “Siz yokken, biz bu koltuklarda tıraş oluyorduk” diye bağırdı. Kavgayı berber Ekrem’le Mümtaz ayırdı.
Sonra Mehmet Ali Şahin, Meclis Başkanı oldu. “Hepsi aldı, benim başım kel mi?” diye düşünmüş olmalı ki, kel değil, Hicabi’yi işe aldı, etti beş berber... Orduevi tarifesini ve emekli albayın muhtırasını göz önüne alan asker, beşinci berbere de ses çıkarmadı.
Demokrasi tıraşımız tam gaz devam ederken, tatsız bi hadise yaşandı. Mümtaz, baktı ki, yeteri kadar berber var, boş vakit kalıyor, ağda yapmaya karar verdi. Bedava. Dokunulmazlıklarına dokundurtmayan mebuslarımız, demokratik imkândan faydalanmak
 için, kulak memelerine dokunulmasına izin verdi. Mümtaz başladı dokunmaya... Isıtıyor, yapıştırıyor, caarrrt diye söküyordu. Taa ki, AKP Çorum mebusu Cahit Bağcı’ya kadar... Yapıştırdı ağdayı Mümtaz, bi çekti, kulağın derisini söktü iyi mi! “Kulak koptu” diye bağırışma oldu, Allah’tan, kulak yerindeydi. “Kulağım yerinde kaldı ama, Mümtaz’ın yanına kalmamalı” diyen Çorum mebusumuz, Meclis Başkanlığı’na dilekçe yazıp, şikâyetçi oldu. Tıraştırma açıldı. Neyse ki, Bülent Arınç’tan tırstıkları için Mümtaz’ı kovmadılar, uyarı cezasıyla yetindiler.
Ağda uygulamasına derhal son verildi. Ancak, berber Mümtaz da mimlenmişti, BDP’li mebuslar gibi olmuştu, kimse onun koltuğuna oturmak istemiyordu. Meclis Başkanımız devreye girdi, Mümtaz’ı Kırıkkale seçim bölgesinden Serkan’la takviye etti, etti altı berber.
Öte yandan, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in demokratik olgunluğunun da hakkını teslim etmek lazım... Hicabi ve Serkan’ı işe almasına rağmen, senden-benden ayrımı yapmadı, taaa Mustafa Kalemli tarafından işe alınan, en kıdemli berber Ekrem’e tıraş olmaya devam etti.
Özetle.
Fiyat aynı.
Enflasyon sıfır.
İki berber vardı.
Üç’e katlandı.
Altı’ya çıktı.
Hâlâ utanmadan “AKP’yle neremiz büyüdü” diyenler var, insanın saçını başını yolası geliyor... Demokrasi tıraşımızdaki gelişmeler gözünüze 
dizinize dursun yani.



Arap áleminin sahteciliği Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarı

  


SEVGİLİ okuyucularım, adına İsrail denilen küçücük bir ülke var.
 
8-ğustos 2006-hürriyet..

Arkasına ABD desteğini almış, vurdukça vuruyor. Nüfusu 7 milyon dolaylarında. Öbür tarafta ise toplam nüfusu 400 milyonu geçen Arap ve İslam ülkeleri var. İsrail çepeçevre bunlarla kuşatılmış durumda.

Arap dindaşlarımızın liderlerine bakarsanız hepsi de "amansız ve katıksız İsrail düşmanı" olduğunu iddia eder!

Bu "düşmanlığa (!)" mollaların İran'ını da ekleyin.

İslam ülkelerinin çoğuna Allah petrol ihsan etmiştir. Fakat petrol gelirinin çoğu halkın değil, bugün Türkiye'ye şeref verecek olan Suudi Kralı gibilerin ve sülalesinin ceplerine girer. Onlar da milyarlarca doları har vurup harman savurur.

Saraylar, haremler, her türlü rezalet onlardadır. Ama onların ağzından 'Allah' sözcüğü düşmez.

* * *

Küçücük, minnacık İsrail, haftalardır ortalığı altüst ediyor.
Hani nerede bu Arap ülkeleri? Nerede İran?

Bunların ordusu, askeri, uçağı, tankı topu yok mudur? Fazlasıyla vardır da, palavra sıkıp nutuk atmak dışında yürekleri yoktur.

Şu son olaylara bakınız! Nerede İsrail'in sınır komşusu Suriye, Ürdün, Mısır gibi ülkeler? Nerede İran, Cezayir, Tunus, Fas, Suudi Arabistan, Katar vesaire?

Niçin kıllarını bile kıpırdatmıyorlar?

Bu sorunun yanıtını size açıkça vereyim. Bunların tamamı, İsrail düşmanlığını iç politika malzemesi olarak sadece kendi insanlarına karşı kullanan, gerçekte İsrail'in kazanmasını isteyen hokkabazlardır.

Allah, din, iman, Müslümanlık gibi kutsal kavramlar bunların sadece ağzındadır. Bunlar dinimizi bir gösteri ve para kazanma aracı olarak kullanır. Her türlü düzenbazlık, yolsuzluk, vurgun, kepazelik bunlardadır.

Bir düşünün, karşınızda 7 milyonluk bir ülke... Ve sizi duman ediyor!

Bu Arap ve Acem ülkeleri palavra sıkmayı bırakıp bir araya gelse, İsrail'i tükürükle boğar. Orduları, asker, uçak, top, tank vesaireleri İsrail'den çok daha fazladır.

Bunlar İsrail'in üzerine kazma kürekle yürüse, vallahi o küçük ülkeyi sarsar. Ama yürekleri yoktur.

Artı, o İslam ülkeleri birbirlerinden nefret eder. İsrail bunların pek çok yöneticisini satın almıştır. İsrail bunlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar.

Ama ortada büyük ve asla unutulmaması gereken bir gerçek vardır!

Bu Arap ülkelerinin çoğu, emir ve direktifleri ABD'den alır. Onlar ABD'nin kucağına düşmüştür. O yüzden İsrail'e tavır koymaları mümkün olmaz.

* * *

Bazen düşünüyorum, acaba bu Arap ülkelerini Mehmetçiğin ah'ı mı tutuyor?

Birinci Dünya Savaşı'nda bunların Türk askerini nasıl arkadan vurduğunu, İngilizlerle işbirliği yaparak, çil çil İngiliz altınlarına tav olarak kendi dindaşlarına nasıl ihanet ettiğini hiç unutmadık.

O topraklarda yüz binlerce şehit bıraktık. Bugün o topraklarda Irak, Suriye, Ürdün, Filistin, Lübnan, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan var.

İsrail devletini orada kurduranlar, Türk ordularını arkadan vuran satılık Araplardır. Bizim dindaşlarımız!

Peygamberimizin mezarının bulunduğu kutsal Medine kentini kuşatıp ele geçirenler, Mehmetçiği orada aylar boyunca aç ve susuz bırakıp çekirge ölülerini yemeye mahkûm edenler kimlerdi? İngiliz işbirlikçisi Araplar!

Medine'yi savunan kahraman Fahrettin Paşa o açlık ve susuzluk ortamında emir yayınlıyordu:
"Asker evlatlarım, çekirge yemek çok güzel. Ben yiyorum, sizler de yiyin. Sacda döndürüp kızartacaksınız."

Hey gidi günler!

* * *

İşte sizlere bizim "din kardeşlerinden" küçücük bir kesit!

İsrail'in "düşmanı" bunlar! Aslında İsrail'in başına devlet kuşu konmuş, piyangodan büyük ikramiye çıkmış.

Böyle köfte, sahte, göstermelik, düzmece düşmanlar, dostlar başına! Allah herkese böyle düşmanlar nasip etsin. Amin.

TRT kimle alay ediyor?.....Sözcü yazarı Emin Çölaşan yazdı

SEVGİLİ okuyucularım, bugün size bir TRT rezaletini daha belgeliyorum. Devletin ve milletin televizyonu olan TRT, anayasa ve yasalar uyarınca tarafsız yayın yapmakla yükümlüdür.
Bu kurumun gelirlerinde hepimizin, özellikle elektrik abonesi olan istisnasız her vatandaşın payı vardır.
Elektrik faturalarınıza bir bakın. Orada TRT payı adı altında bu kuruma her ay tıkır tıkır ödediğiniz parayı göreceksiniz. Bu parayı milyonlarca abone ile çarparsanız, bizden toplanan paranın hangi boyuta ulaştığını anlarsınız.
Bu iktidar döneminde TRT, vatandaşın parasıyla AKP borazanlıgı yapan bir yayın organıdır. Yandaş medyanın en önde gelenlerinden biridir.
CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü bundan bir süre önce Meclis Başkanlığına bir soru önergesi vermiş, TRT'nin yanıtlamasını istemişti. Önerge özetle şöyleydi:
"TRT kanallarının haber programlarında gazete manşetlerinden başlıklar verilmektedir. Tam bir tarafsızlık içinde yayın yapması gereken devletin radyo ve televizyonlarında bazı gazeteler ise görmezden gelinmektedir. Buna göre:
- Tirajı 230 bin olan Türkiye'nin beşinci büyük gazetesi Sözcü gazetesi, TRT'de manşetleri okunan gazeteler arasında neden yer almamaktadır?
- Haber yapılan gazeteler hangi kriterlere göre seçilmektedir? Sözcü gazetesine bu programlarda yer verilmemesi için talimatınız var mıdır?
- Büyük bir okuyucu kitlesine sahip olan Sözcü gazetesinin TRT'de yok sayılmasının, yaptığı haberlerle ilgisi var mıdır?
- Kamu kurumu olan TRT'nin bu tutumu tarafsızlık ve halkın haber alma özgürlük ilkesine aykırı değil midir?
- Hükümetinizin hoşlanmadığı tarzda haber yapan yayın organlarına baskı ve bir nevi sansür uygulandığı görüşü için ne diyorsunuz?"
Mengü'nün önergesinin tarihi 10 şubat 2011 idi.
• • •
Aradan tam 48 gün geçti ve önergeye lütfen yanıt geldi. Demek ki, TRT genel müdürü olan ibrahim Şahin isimli şahıs 48 gün boyunca oturup "Acaba ne diyelim, ne yanıt verelim" diye düşünmüştü!
Merakla beklenen gün sonunda geldi! TRT'nin bu önergeye verdiği 28 Mart 2011 tarihli yanıt Meclis Başkanlığına ve Şahin Mengü'ye ulaştı.
Bir tek cümleden oluşan bu ibret belgesini sizlere aynen iletiyorum:
"Bir kamu yayın kuruluşu olan TRT, diğer yayınlarında olduğu gibi gazete haber başlıklarını aktarırken de anayasa, ilgili kanun hükümleri ve yayın ilke ve esaslarını gözetmektedir. İbrahim Şahin. TRT Genel Müdürü."
Şimdi bu yanıt için ne demeli? TRT birileriyle alay ediyor, dalga geçiyor da, acaba kimle?
Bu önergeyi veren milletvekili ile mi? Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış olan Meclis'te soru önergesi verme hakkıyla mı? Soru önergelerine mutlaka yanıt verilmesi gerektiğini vurgulayan yasal hükümlerle mi?
Sen bir devlet kurumusun. Sana Meclis
aracılığı ile soru soruluyor ve aklınca
geçiştirmeye yelteniyorsun.
Bu nasıl ciddiyetsiz bir iştir ki, adam gibi bir yanıt vermekten kaçıyor, işi gargaraya getiriyorsun... Çünkü biliyorsun ki, sen iktidar partisinin borazanı olarak görev yapıyorsun ve bu günahın altında eziliyorsun.
Sözcüyü ekranda okumama nedenini açıklamasına bakın!
"Anayasa, ilgili kanun hükümleri ve yayın ilke ve esaslarını gözetiyoruz!"
Sözcü anayasa ve yasalara aykın bir yayın mı yapıyormuş? Terörü, tecavüzü, şiddeti, adam öldürmeyi mi teşvik ediyormuş? Ya da yeraltında çıkan bir gazete miymiş?
İşte size AKP'nin "ileri demokrasi" palavrasından küçücük bir örnek! Nalıncı keseri gibi hep kendine yontacaksın, muhalefetin sesini yok sayacaksın.
Bu rezaletin gerçek nedenini söyleyeyim, gayet basittir:
Sözcü'den korkuyorlar.
Bu yaptıklarının hesabı günün birinde elbette sorulacak. Bu saygısızlığın, ciddiyetsizliğin ve partizanlığın hesabını yargı önünde mutlaka verecekler.



YGS'de harem selamlık şifresi var mı?......EMİN ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ

SEVGİLİ okuyucularım, bir sınav düşünün ki, tam bir milyon 700 bin öğrenci giriyor... Ve bu sınavda dümen döndüğü, soruların bazı karanlık ellere, özellikle de Türkiye'de bin'eyakın özel dershanesi olan Fethullah kesimine önceden servis edildiği iddia ediliyor, şifre
belgeleriyle kanıtlanıyor.
Bu, korkunç bir şeydir. Büyük
 skandaldir.
Kendileri, aileleri ve yakınlarıyla birlikte sayıları 10 milyon kişiye ulaşan bir topluluk
, sınava olan güvenini tümüyle yitirmiş durumdadır.
Ortalıkta kıyamet koparken, hile ve şike belgeleri havada uçuşurken, Çankaya'da oturmakta olan Bay Abdullah Gül devreye girip konuşuyor:
"Ben ÖSYM Başkanı ile telefonda konuştum, yok böyle bir şey. Söylediklerinden tatmin oldum."
Onun hemen ardından Devlet Bakanı Cemil Çiçek açıklama yapıyor:
"Cumhurbaşkanı'nın tatmin olduğu konuda biz de tatmin olmuşuzdur!"
Mantığa bak mantığa!
Hemen ardından, artık Milliliği kalmamış olan Eğitim Bakanı Bayan
 Nimet Çubukçu savunmaya geçiyor:
"Soruşturmalardan hiçbir şey çıkmaz. Biz gençleri ikna ederiz."
Vay bee, devlet ciddiyetine bak!
En sonunda ise havan dövücünün hınk deyicisi konumunda olan Fethullah dershanelerinin uzmanları konuşuyor:
"Asla dümen dönmedi. Çok temiz
 bir sınav oldu!"
AKP iktidarı tarafından ÖSYM Başkanlığına getirilen şahıs ise dün basın toplantısı düzenleyip "Acemiliğimize geldi, açılan davayı kazanırlarsa sınavı en kısa zamanda yeniden yaparız" gibi laflar etti.
Burada hemen belirteyim, bundan sonra Danıştay'da açılan bu gibi davaların kazanılma olasılığı sıfır... Çünkü Danıştay artık AKP'nin eline geçti.
* • •
Bu sınavla ilgili olarak her nedense hiç kimsenin üzerine yeterince gitmediği bir olay
 var. O olayın tartışılması gerekiyor.
Bu sınava girecek öğrencilerin sınava hangi okullarda
 ve hangi sınıflarda katılacağını ÖSYM belirledi.
Fakat sınav günü görüldü ki, bazı okullar sadece KIZ öğrencilere açıktır ve içeride erkek sinek bile yoktur! AKP'nin ÖSYM si bunu "Kimin hangi okulda sınava gireceğini bilgisayar
 belirtiyor, bilgisayardan öyle çıktı" diye açıkladı ki, tamamen yalandır. Bilgisayardan böyle bir "Rastlantı" çıkması asla söz konusu değildir.
Bence bunun iki nedeni vardı:
1- Üniversite
 giriş sınavına bile harem-selamlık uygulaması sokmak.
2- Oralarda sınava sokulan kızlara şu veya bu biçimde bir kolaylık sağlamak.
Bu sene üniversite
 sınavına sıkmabaşla girmek serbestti. Kopyayı önlemek için içeriye küpe, yüzük, saç tokası, hatta su ve kalem bile sokmak yasaklanmışken, öğrencilerin üzeri didik didik aranırken, sıkmabaşların örtüleri çıkarılmadı, başlarında ne olup olmadığına bakılmadı.
Bunların üzerinde niçin durulmuyor?
AKP'nin ÖSYM'si, 10 milyon insanı doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendiren bir üniversite sınavını bile eline yüzüne bulaştırmayı başardı! Daha da kötüsü, bu ülkenin en güvenilir
 kuruluşu olarak bilinen ÖSYM'nin saygınlığını bile sıfırladı.
Bundan sonra her sınavda şike-hile-şaibe bekleyin.
Bu konuda son bir not eklemek istiyorum. Dikkat ettiniz mi, her konuda konuşan, nutuk atan Tayyip, bu skandal konusunda ağzını bile açamadı!...atsr


EMİN ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ


*
Dün ilk kez gördüm...

Sevdalı söğüt ilk yapraklarını açmış...

Erik tomurcukları ürkek çocuklar gibi başlarını uzatmış, patlak gözlerle bakıyorlar dünyaya...

Dallarında küçük küçük tomurcuklar var gülün...

Serçeler çitlere sıra sıra dizilip aşk şarkılarını söylemeye başladılar... Yakında sarı gagalı bebekleri doluşacaktır bahçeye...

Doğa bir bahara daha uyanıyor...

Bir tek...

Bir tek sen yoksun gülüm...


Senenin yine bu günleriydi belki, baharın başıydı aklımda kaldığına göre...

Çiçek çiçek açmıştın cumhuriyet meydanlarında...

İşte “Demokrasinin baharı” demiştim...

Ilık özgürlük rüzgârları esiyordu...

Benim yine nakliye günlerimdi, ama gözüm arkada kalmayacaktı, ben görsem de görmesem de...

Kırmızı gül yapraklarından küçük bayraklar... Kucağında bebeğin pembe tomurcuk gibi... Elinden tutmuştun fidan boylu sevgilinin... Babanın oğluna koca çınar gibi sarıldığı gün... Küçük kız bahçenin sarı gagalı serçe bebeği...

Şen kavak dalları gibi sallanıyordu pankartlar bir sağa, bir sola...

Baharda bahçe gibiydi cumhuriyet meydanları, hep birlikte şarkı söylemiştik:

“Görecek günler var daha...”

Ağlamıştım o gün...

Bahar yağmuruydu sanki yanaklarımızda...

Biz hepimiz bir arada...

Baharda bahçe gibi...

*

Dün bunları düşündüm...

Demek ki o bir yalancı bahardı...

Bağ bozumu gibi, terk ettiğimiz meydanlarda, sağa-sola uçuşup durdu büyük kâğıtlara yazılmış umutlarımız...

Çoğumuz erken açan çiçekler gibi yandı...

Saçak altlarına sığındı marşlar...

Hapishane şarkıları geliyor sadece akşamları ışıksız evlerden...

Serçeleri vurdular...

*

Zor günler bu günler...

Kara bulutlar altında, güneşini yitirmiş mevsim gibiyiz...

Boynumuz iki büklüm...

Ve sen yoksun...

Neredesin gülüm?..
 atsr
Bekir Coşkun/Cumhuriyet





köpekbalığı ....Bekir Coşkun/Cumhuriyet

Ne zaman yakalanmış büyük bir köpekbalığı haberi görsem medyada, bir Türk kafasını balığın ağzına sokuyor...

Sonra bekleyen öbürleri de sırayla kafalarını balığın ağzına sokuyorlar...

Balıkçı “Çek abi...” diyor...

Balığın büyüklüğünü anlatmak için mi?..

Türk’ün cesaretini anlatmak için mi?..

Yoksa ikisini birden mi:

“Balık büyük ama, Türk de cesur...”

*

İşte yine askerlere “veriştirme” günleri...

Balığın ağzına benzeyen ekranda kafalarını görüyorum...

Sırayla çıkıyorlar...

Cesur (!) insanlar...

“Çek abi...”

Hiç korkuları yok...

*

Askerler, hepimiz gibi 163 subayın hapiste tutulmalarını “anlayamadıklarını” kendi sitelerinde yayımladılar...

Ben de anlamadım aslında:

Diyelim ki mahkemenin çağrısına uyarak yurtdışından uçağa atlayıp gelen subayların “sonra kaçarlar” diyerek hapishaneye kapatılmalarını siz anladınız mı?..

Kaçacak adam, kaçacağı yerden yollara düşüp niye gelsin?..

Anlamayan bir kişi daha var:

Muhalefet şerhi koyan mahkemenin başkanı...

*

Böyle zamanlar, bulunmaz yalakalık olanakları sağlar iktidara şirin gözükmek isteyen yalakalara aslında...

Uzatıyorlar kafalarını...

Korkmuyorlar...

Sırıtıyorlar...

Genelkurmay açıklamasının demokrasiye yakışmadığından başlıyorlar, demokrasiye müdahale olduğundan çıkıyorlar...

Oysa bildiri ne bir müdahale, ne bir tehdit, ne bir uyarı...

Belki bir sitem...

Ama “Haddini bil” diyen de var...

“Sesini kes” diyen de...

*

Ne zaman yakalanmış bir köpekbalığı görsem, bir cesur Türk kafasını balığın ağzına sokuyor...

Sonra sıradaki...

Cesur insanlar...

Demek ki korkmuyorlar...

Balıkçı “Çek abi...” diyor...(atsr)

Bekir Coşkun/Cumhuriyet

‘Anadolu’yu Vermeyeceğiz...’ Bekir Coskun



Dört bir yandan kervanlar yolaçıktı...

İlk kervan Artvin’den, ikinci kervan Hasankeyf’ten, üçüncü kervan Sarıkeçililer develeri ileOrta Toroslar’dan.. 

Dördüncü kervan süslenmiş at arabaları ile Bodrum’dan...

Güney Ege kervanı İzmir’den...

Kuzey Ege kervanı Edremit’ten...

Trakya kervanı Edirne’den...

*

Yurdun dört bir yanından insanlar, kervanlar oluşturarak Ankara’ya yürümeye başladılar...

40 gün, 40 gece yol alacaklar...

Bu büyük yürüyüşün adı:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz...”

*

(Google’dan yürüyüşün harita ve fotoğraflarını bulup izleyebilirsiniz.)

*(atsr)

İstedikleri şey:

Çalınan, yağmalanan, yok edilen yurt...

Madencilere satılan ormanlar...

Holdinglere peşkeş çekilen dereler...

Kurutulan sulak alanlar...

Nükleer enerji...

GDO’lu üretim...

2-B yağması...

*

Kadın, erkek, genç, yaşlı...

Yüzü yanık, ayakları su toplamış, gözleri uykusuz, yorgun insanlar...

Ama yürekleri, savundukları dağlar kadar büyük... Yurt sevgileri, geri istedikleri ırmaklar kadar coşkulu...

Duyguları, özlemini çektikleri hava kadar temiz... 

Gerçek yurtseverler köy köy, kasaba kasaba, il il yürüyüşe geçtiler...

*

Çünkü...

Çünkü Anadolu’yu düşman alsaydı bu kadarını yapmazdı...

Karadeniz’in kurumuş derelerini, Ege’nin taşocaklarına dönmüş ormanlarını, Akdeniz’in beton yığını olmuş koylarını görseniz...

Ağlarsınız...

Hiçbir vicdansız bunu yapamaz...

*

İşte her sorumlu ve bilinçli insan gibi “ağlamaktan ve dövünmekten başka yapılacak bir şey var” diyen o yürekli insanlar onlar...

Yollara düştüler...

40 gün, 40 gece...

Ankara’ya yürüyorlar...

Vicdansızlığa, soyguna, hırsızlığa, yağmaya karşı aslında...

*

Önünüzden geçerken çiçek atın onlara...

Üç adım olsun yanlarında olun...

Belki bir bardak su isterler...

Ama bu yurt bizim, mutlaka siz de haykırın:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz.”

‘Anadolu’yu Vermeyeceğiz...’e Bekir Coşkun



Dört bir yandan kervanlar yolaçıktı...

İlk kervan Artvin’den, ikinci kervan Hasankeyf’ten, üçüncü kervan Sarıkeçililer develeri ileOrta Toroslar’dan.. 

Dördüncü kervan süslenmiş at arabaları ile Bodrum’dan...

Güney Ege kervanı İzmir’den...

Kuzey Ege kervanı Edremit’ten...

Trakya kervanı Edirne’den...

*

Yurdun dört bir yanından insanlar, kervanlar oluşturarak Ankara’ya yürümeye başladılar...

40 gün, 40 gece yol alacaklar...

Bu büyük yürüyüşün adı:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz...”

*

(Google’dan yürüyüşün harita ve fotoğraflarını bulup izleyebilirsiniz.)

*(atsr)

İstedikleri şey:

Çalınan, yağmalanan, yok edilen yurt...

Madencilere satılan ormanlar...

Holdinglere peşkeş çekilen dereler...

Kurutulan sulak alanlar...

Nükleer enerji...

GDO’lu üretim...

2-B yağması...

*

Kadın, erkek, genç, yaşlı...

Yüzü yanık, ayakları su toplamış, gözleri uykusuz, yorgun insanlar...

Ama yürekleri, savundukları dağlar kadar büyük... Yurt sevgileri, geri istedikleri ırmaklar kadar coşkulu...

Duyguları, özlemini çektikleri hava kadar temiz... 

Gerçek yurtseverler köy köy, kasaba kasaba, il il yürüyüşe geçtiler...

*

Çünkü...

Çünkü Anadolu’yu düşman alsaydı bu kadarını yapmazdı...

Karadeniz’in kurumuş derelerini, Ege’nin taşocaklarına dönmüş ormanlarını, Akdeniz’in beton yığını olmuş koylarını görseniz...

Ağlarsınız...

Hiçbir vicdansız bunu yapamaz...

*

İşte her sorumlu ve bilinçli insan gibi “ağlamaktan ve dövünmekten başka yapılacak bir şey var” diyen o yürekli insanlar onlar...

Yollara düştüler...

40 gün, 40 gece...

Ankara’ya yürüyorlar...

Vicdansızlığa, soyguna, hırsızlığa, yağmaya karşı aslında...

*

Önünüzden geçerken çiçek atın onlara...

Üç adım olsun yanlarında olun...

Belki bir bardak su isterler...

Ama bu yurt bizim, mutlaka siz de haykırın:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz.”

İzleyiciler