Önizleme

24 Mayıs 2011 Salı

çizgice kapak

Cumhuriyet çizeri Zafer Temoçin, son dönemdeki kaset ve Kılıçdaroğlu'nun Êrdoğan'la TV'de tartışma talebiniçizdi

Oy Ver, Türkiye Bölünsün...Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun yazdı..

.
Bir de soruyor:

“Doğu’da, Güneydoğu’da neler oluyor?..”

Nasıl anlatmalı?..

Hâlâ anlamadıysa...

*

Dili ayırdılar...

Tabelaları Kürtçe yazdılar...

Bayrakları astılar...

Sınırın “Sivas’ın ötesi” olduğunu ve kendisinden başka kimsenin oralara gidemediğini zaten Başbakan söylüyor...

“Ateşkes” anlaşması bile yapabiliyorlar Türkiye Cumhuriyeti ile...

Daha ne kanıt lazım?..

*

Aslında hüzünlü bir hikâyesi var bunun... Önce bölünmeye karşı çıkacak kim varsa ortadan kaldırdılar:

- Bölünmez bütünlüğü savunan aydınları topladılar...

- Tepki gösterebilecek medyayı bitirdiler...

- Yargı kenara itildi...

- Ordu susturuldu...

- Komutanlar hapiste...

- MHP kalmıştı sorun çıkartabilecek, içte seçime günler kala kasetlerle ülkenin üçüncü partisini imha ediyorlar...

*

Türkiye’yi paylaşıyorlar aslında...

- Kürtler “Kürdistan” diyor...

- ABD, bölgede ikinci bir İsrail istiyor...

- AKP ve Hoca Efendi’ye de Türkiye’nin kalanı düşüyor...

Örtüşüyor çıkarları...

Üçü el ele...

Hep birlikte...

*

Bu seçimler sıradan değil...

Geçiniz; rejimin vaziyeti, hukukun hali, laikliğin tarifi, yaşam biçimi, anayasanın bilmem hangi maddesi...

Tüm bunların ötesinde bir tarihi soruya yanıt olacak bu seçimler:

Türkiye bölünsün mü?..

Bölünmesin mi?..

*

Sen bilirsin artık Türkiye...

Göz göre göre...

Olanları bile bile...

Sadece o “açılım” sonundaki rezillik bile yeterdi ya, aklın başına yine de gelmediyse...

Ne yapabiliriz biz?..

Ne?..

Geriden ileri demokrasi...Hürriyet yazarı Yılmaz özdil yazdı!

“Ahh benim milletim, ahh... Bu milletin 70’li 80’li yıllarını heba etmiş Demirel, gelmiş 87 yaşına, hâlâ ortalığı karıştırıyor, çete kardeşliği yapıyor. Aaahh ahh, ne dolaplar dönüyor.”
*
“Ahh benim milletim ahh... 1940’larda kitapları plakları yasaklayan kimdi biliyorsunuz değil mi?
İsmet İnönü... Şimdi ne
oldu da bunların hepsi bir araya geldi, edep yahu, karanlık ittifaklar var, kirli tezgâhlar var, aaahh ahh, benim milletimden neler gizleniyor.”
*
Demokrasimiz
“ileri”den...
Örnekler hep
“geri”den.
*
İleri-geri demokrasi yani.
Mehter takımı bi nevi.
*
“Bunların zihniyeti boğaz köprüsüne karşıyken, Abdülmecit dedemiz proje çiziyordu”yu öğrenmiştiniz...
Şimdi çıkıp “ahhh şu Alaeddin Keykubat
yok mu, Alaeddin Keykubat, neler
çektirdi benim milletime”
derse, şaşırmayın.
*
Ya da ne bileyim...
“Harzemşahlar döneminde il başkanları bunların valisi değil miydi? Gaznelilerin yolsuzluklarını unuttuk mu? Gençler siz yetişmediniz o günlere, Gıyasettin Keyhüsrev’in iktidarında ekmeği karneyle alıyorduk, tüp yoktu, tüp... Hatırlayın, Alp Er Tunga öldüğünde, acun ıssız kalmadı mı? Kaldı... Bakın, Acun bugün Nihat Doğan’la nerelerde, hayaldi gerçek oldu, kalkınma budur. Ahh benim milletim ahh, Ergenekoncu Göktürklerin neler yaptığını görüyorsunuz, şimdi ne oldu da cehapelisi mehapelisi aynı tezgâhta buluştu? Biz bunların cemaziyülevvellerini biliriz... Hele o Mete yok mu, ne hin oğlu hin’di, hâlâ utanmadan hun’du diyorlar, edep yahu, onun yüzünden Çin’e duvar ördüler, ithalat yapamıyorduk be...” filan.
*
Kendi payıma, Germiyanoğulları’namı oy vereyim, yoksa Dulkadiroğulları’na mı
diye tereddütte kalmıştım, galiba Karesioğulları’nda karar kılacağım.

22 Mayıs 2011 Pazar

Dünya Barışı O Kadınların Çantasındadır...Bekir Coşkun / Cumhuriyet


Bugün saat 14.00’te Tünel’den Taksim’e doğru önünüzden kadınlar geçecek...
Ellerinde pankartlar...
Gözleri ıslaktır, göreceksiniz...
Bağırırken sesleri düğümlenecek...
Ve kocaman çantaları olacak...
*
O güzergâhtan her gün yaşamdan talebi olan gruplar, kalabalıklar, kızgın ya da üzgün insanlar geçer...
Her birinin derdi vardır...
Bu kez kocaman çantalı o kadınlar geçecek...
Onlara iyi bakın...
Onlar; bilmedikleri, tanımadıkları, görmedikleri insan olmayan canlıların yaşam haklarını talep ediyorlar...
Bugün saat 14.00’te eşzamanlı; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Çanakkale, Eskişehir, Bandırma, Bolu, Burdur, İskenderun, Kahramanmaraş, Karabük, Malatya, Mersin, Milas, Yalova, Uşak’ta...
“Bağımsız Hayvan Hakları Savunucularıdır” onlar...
Devlete, yerel yönetimlere ve insanlara sesleniyorlar...
Bir kuş yuvasının, bir kedi yavrusunun, bir yunusun, bir sincabın, bir karacanın, bir anne köpeğin yaşama hakkını istiyorlar...
Yani genelde insanların aklına en son gelen yerdeler...
*
Ama orası; dünya barışının olduğu yerdir...
Eğer sıra bir kedi yavrusunun haklarına gelmişse... Bir anne köpeğin yavrularını büyütmesini önemsiyorsa insanlık...
Denizdeki yunusun önemi varsa...
Kırlangıç yuvasının yıkılmaması gerektiğindeyse sıra...
O dünya güzeldir...
Çocuklar hayda hayda güvendedir...
İnsanların birbirlerine kıymadıkları, kanın, gözyaşının, acının, çığlıkların olmadığı bir dünyadır orası...
*
Ben onlara “Kocaman çantalı kadınlar” diyorum...
Açın bakın çantalarını...
Hani belki rastlanacak bir bebek kedi için bir-iki kutu mama... Restoranda kendileri yemeyip, garsondan gizli çantalarına atacakları yiyecekler için kavanozlar, poşetler... Veteriner adresleri ve telefonları...
Bir kutuda kuşlar için yem...
Yaralı bereli hayvanlar için belki biraz ilaç, eldiven, sargı...
Ve her açılışında çantaya damlayan gözyaşları...
*
Sevginin, barışın, güzel bir dünyanın başlayacağı yere insanları çağırıyorlar...
Kocaman çantalı kadınlar...

Köşe mitingi..Yılmaz ÖZDİL

Tık o şehir, tık bu şehir, ha bire miting yapılıyor. Parti liderleri anlatıyor. Ahali dinliyor. Televizyona bakıyorsun, bi mebus adayı konuşuyor, zaplıyorsun, bi başka mebus adayı, ahali seyrediyor. Radyoyu açıyorsun, oradalar, gazeteyi okuyorsun, gene oradalar. Harika.



 *
Benim oyum Tuncay’a.
*
Miting yapamıyor.
Ekrana çıkamıyor.
Radyolarda yok.
Gazetelerde yok.
Böyle demokrasi olur mu?
*
(Merak edenler için parantez açayım, Tuncay Özkan’ı tanımam, hayatım boyunca yan yana gelip konuşmuşluğumuz yok. Ancak, henüz mahkeme kararıyla mahkûm olmamış birinin suçlu ilan edilmesi ne kadar yanlışsa... Aynı koğuşta aynı suçlamayla yatan iki kişiden birini aday yapıp, öbürünü yapmayıp, toplum nazarında suçlu ilan etmek de o derece yanlış. Bana göre tabii. Üstelik, mebus olursa, davası düşmeyecek, suçlu bulunursa, cezasını çekecek. Tutuklunun aday olması, hapishaneye tünel kazmak değil midir derseniz... Onu bana değil, YSK’ya söyleyeceksiniz, adaylığına izin verildiğine göre, tünel varsa, kazan YSK.)
*
Dolayısıyla, İstanbul Anadolu yakası bağımsız mebus adayı Tuncay Özkan “miting yapsa, ne der” diye merak ettim, kızı Nazlıcan’dan rica ettim, babasından mektup getirdi. Buyrun...
*
“Söz veriyorum. Oyunuzun
hakkını vereceğim. Güveninizi
boşa çıkarmayacağım. İddia ediyorum, 13 Haziran’da içinde
yer alacağım Meclis’te hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak.”
*
“Durumum şudur. Tecritteyim. Beş adım uzunluğunda, bir adım genişliğinde, hücredeyim. Bir başımayım. 32 aylık tutuklulukta, 84’üncü günümü yalnızlık kafesinde tamamladım. Kapının mazgalı yok. Günde üç kez açılıyor. Birkaç dakikadan fazla açık kalması yasak.”
*
“5 Mayıs günü, irkildim. Hücrede biri var... Geriye sıçradım. Meğer, gölgemmiş. Aynaya yöneldim. Fark ettim ki, uzun zamandır bakmamışım. Yüzüm değişmiş. Saçlarım kırdı, bembeyaz olmuş. Sonra kızdım kendime, ne olacaktı ki, kızım 15’indeydi, geldi 18’ine.”
*
“İnsanın ruhu gezmeye çıkıyor hücre dışına, umutla... İnancım yerli yerinde. Hıdrellez yazıyordu o gün gazetelerde... Tamam dedim, çoğu gitti azı kaldı, Hızır uğradı hücreme.”
*
“Oturdum, şiir yazdım.
Adı Hıdrellez...
İlk iki mısra:
Hasretimize bir dilek tut,
bana yasak...”
*
“Herkesi hasretle selamlıyorum. Dileğim, bağımsız milletvekili
seçilip, TBMM’de halkın sesi olmak... 13 Haziran sabahı özgürlüğün dolduracağı meydanlarda buluşmak üzere, sevgilerimle.”


Korgeneral Engin Alan Olayı Gideceği Yeri Bulmuş!.. Emin Çölaşan Yazdı

Sevgili okuyucularım,
Tayyip önceki gün yine inanılmaz, yakışıksız, yüz kızartıcı sözler söyledi, Bu kez hedefinde Özel Kuvvetler eski komutanı emekli Korgeneral Engin Alan vardı.
Vatana en büyük hizmetleri yapmış, emrindeki komandolarla dağda bayırda PKK ile vuruşmuş bir komutan.
Şimdi taşlar bağlı, köpekler serbest!
PKK ile vuruşan kahramanlar Silivri’de, Kürtçüler ve bölücüler ise AKP‘nin “Kürtçülük açılımı” doğrultusunda meydanlarda ve isyan provalarında!
Engin Paşa bu seçimde İstanbul’dan MHP birinci sıra adayı. Meclis’e gireceği kesin. Ve girdiği zaman Tayyip‘i fena silkeleyecek.
Tayyip bundan korkuyor ve şimdi onu hedef alamaya kalkışıyor.
Evet, Tayyip önceki gün Ankara’da bir konuşma yaptı ve yine önündeki yazılı metinden okuyup bu kez Silivri’de Balyoz davasından yatmakta olan Engin Alan‘ı hedef aldı. Eli kolu bağlı, oradan yanıt vermesi mümkün olmayan insanlara vurmak kolay!.. Aynen şöyle dedi:
“Başbakan (Çanakkale’de) şehitleri anma törenine gider de, bir korgenaral ayağa kalkmaz mı?(Kalkmazsa) Bedelini öder. Ödedi de. Gereği yapıldı, şimdi gideceği yeri buldu. (Silivri Cezaevi’ne tıkıldı)“
Yarabbim bu ne kin, bu ne nefrettir! Bu nasıl bir başbakandır ki, ağzından ona buna saldırmak dışında tek bir cümle duymak mümkün değildir.
Tayyip‘in bu sözleri dünkü gazetelerde yer buldu, bazılarında manşete çekildi. Pek çoğunda bu olay, geçen yıl kendisiyle yaptığım bir söyleşide Engin Paşa’nın bana söylediklerinden yola çıkılarak verildi.
O gerçekten ilginç bir söyleşi idi ve Tayyip‘in nefretinin nereden kaynaklandığını gösteriyordu. Bugün size 11 Nisan 2010 günü burada çıkan yazımı bir kez daha aynen iletiyorum. Bunun ilk nedeni, konuyu bir kez daha gündeme getirmek. İkincisi ise aradan geçen 13 ay içerisinde Sözcü‘nün o yazımı okuma olanağı bulamayan yaklaşık 100 bin yeni okuyucu kazanmış olması.
İşte o yazım! Virgülüne bile dokunmadan veriyorum… Amacım o yürekli, mert adamı, şimdi hapis yatmakta olan o kahramanı size bir kez daha tanıtmaktır.
“Silivri Cezaevi’nde Balyoz’dan yatmakta olan emekli Korgeneral, Özel Kuvvetler eski Komutanı Engin Alan’ın yazdığı bir mektup önceki gün elime ulaştı. Ben mektubu aldığımda Alan tahliye edilmiş, sonra yine tutuklanma kararı alınmış ve şimdi GATA’da yatıyordu. Dün Engin Paşa’yı, gazeteci arkadaşım Saygı Öztürk’le birlikte hastane odasında ziyaret ettik. Bir sürü aletlere bağlı, pijamalarıyla yatıyordu. İki gün önce anjiyo yapılmış.
Engin Alan Paşa, gerçek bir kahramandı. Yıllarca Özel Kuvvetler Komutanı olarak Güneydoğu ve Kuzey Irak’ta PKK ile vuruşmuş, Şemdin Sakık’ı yakalayıp Türkiye’ye getirmiş, Abdullah Öcalan olayının pek çok aşamasında bulunmuştu. Dün hastane odasında konuştuklarımızla bana gönderdiği 6 sayfalık mektupta söylediklerini harmanlayarak yazıyorum.
“Ben hayatımda Aspirin almamış adamım. İlk kez hastanede yatıyorum ve bu bana çok koyuyor. Son yaşadıklarımızın etkisiyle tansiyonumda anormal oynaklıklar, kalpte bozukluk ortaya çıkınca buraya yatırdılar. Şimdi hayatımda ilk kez bir sürü ilaç veriyorlar. Ben dağlarda ölümden dönmüş adamım. Kucağımda nice Mehmetçikler, hatta Emir Subayım şehit düştü. Üç kez helikopterde mermi yedim, iki kez yerde PKK tarafından tarandım. Kuzey Irak’ta Metina dağlarında Tümgeneral rütbesiyle tam 38 gün dağlarda kaldım, vücuduma su değmedi. Bitlendim. Ben bedavadan yaşayan adamım. Ölümden korkmam. Ben bunlardan mı korkacağım, bunlara mı diz çökeceğim? Benim 20 yıl savaştığım adamlar Habur’dan girdi, seyyar mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Şimdi biz terörist olduk! Hem bunlar, hem de Türkiye’nin göz göre göre bitirilişi bana çok koyuyor. Bize poliste ve savcılıkta yapılan işlemler  daha da fazla koyuyor.
Poliste, sanki aranan  sabıkalılar gibi üzerimize levha koyup resimlerimizi çektiler, parmak izlerimiz alındı. Savcılar, sorgulamada bir tek suçlama getiremedi. Ancak gözlerindeki kin ve nefreti hepimiz görüyorduk. Neyle suçlandığımı bilmiyorum çünkü mahkemenin gizlilik kararı varmış ve her şey gizliymiş. Bizi düşman ordusunun esir düşen generalleri gibi sorguladılar. Bunların hepsi onurumuzu kırmak için yapılıyordu.”
Peki, Özel Kuvvetler Komutanı Engin Alan Paşa, hastanede yatmayı sürdürecek mi?
“Doktorlar bıraktığı anda, ben burada bir dakika durmam. Silah arkadaşlarım cezaevinde yatarken ben burada yatmam. Doktorlar karşı çıksa bile mutlaka Silivri’ye döneceğim. O yürek, o cesaret bende var. İşte, aletleri görüyorsunuz. Bir sürü aletle sağlık durumum 24 saat izleniyor. Tek çareleri beni öldürüp kurtulmaktır. İdam cezasını getirsinler, beni assınlar, ona bile razıyım. Ya da beni İmralı’da Abdullah Öcalan’ın veya Diyarbakır’da Şemdin Sakık’ın yanına gönderecekler, yarım kalan hesabımızı orada bitireceğim.”
Peki Balyoz olayı nedir? Var mı böyle darbe gibi şeyler?
“Yok böyle bir şey. O seminere katılan 162 komutan aklını mı yitirdi ki böyle bir şey olsun! Cami bombalama falan külliyen yalan. Orada, Yunanistan’la aramızda savaş çıktığında arkamızda toplu isyan olursa ne yapılır, onlar irdelendi.”
Geçmişte Engin Alan Paşa Gelibolu’da Kolordu Komutanı iken Tayyip’le aralarında bir sürtüşme yaşanmış mıydı?
“18 Mart törenlerinden Kolordu olarak biz sorumluyduk. Bütün program yapıldı. Bana Vali aracılığı ile haber gönderiyor, 2 saat geç gelecekmiş, töreni geç başlatsınlar diyor! Kabul etmedim, emir değişmez dedim. O da zamanın da gelmek zorunda kaldı. Konuşması bitti. Ayağa kalkmadım, alkışlamadım. Olay budur.”
Bunlar özellikle Özel Kuvvetler’den korkuyor mu?
“Hepimizden korkuyorlar. Çok korkaklar. Ama en büyük korkuları Özel Kuvvetler’le birlikte, denizcilerin SAS ve SAT komandolarıdır. Onun için denizcilerin üzerine gidiyorlar.”
Bordo berelilerin efsane komutanı Engin Alan Paşa’dan aldığım mektup ve dün kendisiyle Saygı Öztürk’le  hastane odasında yaptığımız söyleşiyi harmanlayarak yazdığımı belirtmiştim. Şimdi bu bölümde, uzun mektubunu özetleyerek devam ediyorum:
“Sayın Çölaşan… Balyoz isimli tertip sonucu cezaevindeyiz. Bu mektup benim için bir ilk. Sadece size yazıyorum. Neden size? Düşüncelerimi onurlu, namuslu, yürekli bir vatansever, Atatürk milliyetçisi ile paylaşmak için… 26 Şubat’ta Çetin Doğan Paşa ile savcılık sorgusuna alındık. Tam 2.5 saatlik sorguda bana, benimle ilgili tek soru yok! Ben ne yapmışım? Yok! Arada bir de tuzak soru var. Diğer ordular da böyle seminerler yapar mı? Amaçları, olayı TSK’nın bütününe yansıtmak. Adalet Bakanlığı Müsteşarı o gün, bizler tutuklanmadan önce, Beşiktaş Adliyesi’nin hemen yanındaki Four Seasons otelinde kamp kurmuş durumda.
Tutuklamayla ilgili ben ve avukatlarım ısrarla neyle suçlandığımızı gösteren belge ve bilgileri istiyoruz. Cevap: Mahkemenin gizlilik kararı var. Hele bir Silivri’ye git, orada öğrenirsin!
Okyanus ötesinde ABD/CIA-Fethullah-AKP üçlüsü tarafından tezgahlanan sahte ve düzmece bir kurgu ile insanların onuru ve şerefi ayaklar altına alınıyor. TSK her gün hakaretlere uğruyor. ÇOK GİZLİ PLANLARINI bile koruyamaz, tatbikat ve seminer yapamaz, üç kamyonunu yürütemez, mühimmatını taşıyamaz hale getiriliyor.
TSK’yı bitirdikten sonra gelsin Kıbrıs, gelsin Ermenistan protokolü. ABD çekilince Irak bataklığı ve bunun öncüsü olan Kürt açılımı! Sonra gelsin ABD’nin İran planları. İşgalci TC, Kürdistan’dan defol… Öcalan’a özgürlük… İste size SIFIR SORUN!
Ben niye 20 yıl bunlarla mücadele ettim? Niye fidan gibi şehit evlatlarımı toprağa koydum? Ben neyin bedelini ödüyorum? Terörist yaftalamasıyla beni Silivri’ye attıran irade kim? Benları sormak hakkım değil mi?
Ben hapisten, mahkemeden, ölümden korkmam. Asla diz çökmem, teslim olmam. Eğer bir şey yaparsam, yaptım diyecek ve bunun bedelini ödeyecek yürek ve cesaret sahibiyim. Öyle bir durumda savcı, hakim ve infaz memuru da ben olurum,infazı bunlara bırakmam. Ama bu haksızlıkların, hukuksuzlukların bir sonu olmalıdır diye düşünüyorum.
Belki inanmayacaksınız ama Sayın Çölaşan, ben ne Sakık, ne de Öcalan olayını eşim ve çocuklarımla bile paylaşmadım. O sırları mezara götüreceğim. Ama bugün ilk defa düşüncelerimi sizinle, bir vatanseverle paylaşmak istedim. Bu mektup, bu isteğimin ürünüdür. Size ve Hanımefendiye saygılar sunuyorum.”
Bu mektubu okuyunca gözlerim dolmuştu. Dün GATA’daki kısa ziyaretimizde bu kez, hayatımda ilk kez görüp tanıştığım Engin Alan Paşa’nın gözlerinin dolduğunu gördüm. O sırada kucağında can veren şehitlerimizden söz ediyordu…
Vedalaşırken sarıldık… Bir şey daha söyledi, be kez benim gözlerim doldu:
“Düzeldiğim anda cezaevine döneceğim. Gidişim fazla uzun sürmeyecek. Ama başımı eğmeyeceğim, dimdik ayakta olacağım… Ve şunu herkes iyi bilsin. Hak, hukuk,adalet kalmadığı için, bir girdik mi bizi bir daha bırakmayacaklar, dışarı çıkarmayacaklar.”
Evet, 11 Nisan 2010 tarihli yazım böyle idi. Sonrasında efsane komutan Engin Paşa’yı bir daha görmedim, haber almadım…
Çünkü Tayyip’in deyişiyle “Gideceği yeri bulmuştu!” Onunla bir kez bile olsa sarılıp el sıkışmaktan hep onur duydum.
SÖZCÜ

İlk Hedef MHP! ..Emin Çölaşan

 Sevgili okuyucularım, seçime bir aydan az bir zaman kaldı. İktidar partisi tam anlamıyla şımarmış, yüzde 50 oy almaktan söz ediyor! Şımarıklık o boyutta ki, 2023 yılında, yani Cumhuriyet’in 100. yılında ne yapacaklarını hayali ve düzmece projelerle anlatıyorlar.
İnşallah o zaman Türkiye bunların yönetiminde (!) sıçramış olacak, kelle başı aylık gelir ayda 10 bin dolara ulaşacak gibi masallarla, Türk milletini rüya aleminde yaşatmaya yelteniyorlar.
Ancak önümüzde seçim var. Biz önce bu seçimi düşünelim.
Şimdi bakınız. AKP‘nin bu seçimde bir numaralı hedefi, MHP‘yi  yüzde 10 barajının altında tutmak.
MHP’ye o nedenle saldırıyorlar. Ellerindeki karanlık güç odakları, bir AKP’li belediye başkanının da önemli katkılarıyla bazı MHP’lilerin tamamen özel yaşamı ilgilendiren kasetlerini piyasaya sürüyorlar.
Son referandumda ülkücülerin üzerine gittiler ve onları başarıyla böldüler. Şu anda da aynı oyunu oynuyorlar.
Peki şimdi planları ne?
“MHP yüzde 10′un altında kalırsa, onun çıkaracağı tüm milletvekillerini biz AKP olarak kazanırız. O nedenle, ne yapıp yapıp MHP’nin üzerine gitmek, MHP’yi vurmak, onun tabanını kafakola almak zorundayız.”
Şu anda MHP’nin Meclis’te 72 milletvekili var. Şimdi varsayalım MHP barajı geçemedi ve bu sayının en az 65′ini AKP aldı.
Sizi ikna etmek için bunu biraz açmalıyım. Seçim kanunu öyle düzenlenmiş ki, sadece en çok oy alan partiye yarıyor. En çok oy alan parti, küçük partilere verilen oyları sıfır düzeyine indirdiği gibi, Meclis’e giremeyenlerin de oylarını kendi adına yazdırıp ona göre milletvekili çıkarıyor.
Evet, seçime kadar MHP, AKP’nin birinci boy hedefi olacak.
Bu yazdıklarımın somut örneklerini ise rakamlarla, 3 Kasım 2002 seçimlerinden vereyim. AKP o seçimde iktidar olmuştu. Peki nasıl olmuştu? Küçük partileri ve bağımsızları vermiyorum. Alınan oylara bakalım:
AKP yüzde 34.2
CHP yüzde 19.3
DYP yüzde 9.5
MHP yüzde 8.3
Genç Parti (Cem Uzan) yüzde 7.2
ANAP yüzde 5.3
2002 seçiminde Meclis’e bu yüzde 10 baraj dümeni nedeniyle sadece iki parti, AKP ve CHP girebildi. DYP, MHP çok az, Genç Parti ise az farkla devre dışı kaldı.
Demek ki, Türkiye’de verilen oyların sadece yüzde 53.5′i Meclis’te CHP ve AKP toplamı olarak temsil edildi. Yarıdan biraz fazlası!.. Ve bu gülünç sistemde AKP tek başına iktidara geldi.
Peki milletin geri kalan yüzde 46.5 oranındaki oranındaki oylara ne oldu?
Onlar buharlaştı, çöp tenekesine gitti!
Böyle rezalet, böyle seçim kanunu olur mu?
Tabii AKP, bu durum işine geldiği için, iktidarda bulunduğu dokuz yıl boyunca bu baraj rezaletini kaldırmadı, kaldırılmasını isteyenlere hep karşı çıktı.
Şimdi aynı seçimin rakamlarına bir kez daha başka bir açıdan baktığımızda, karşımıza korkunç bir tablo çıkıyor. Özellikle DYP, MHP kılpayı, Genç Parti ise çok az bir farkla Meclis’e giremediler.
Peki bu iş kime yaradı?
Sadece ve sadece AKP’ye yaradı. Tek başına iktidar oldu.
Hem de bu sakat sistemin sonucu olarak, yüzde 34 oy alıp milletvekillerinin yüzde 66′sını elde etti.
Tabloya bakın siz! Üçte bir oy alıyorsunuz. Meclis’e üçte iki giriyorsunuz! Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak bir hadisedir.
Öyle bir sistem oluşturulmuş, öyle bir tezgah kurulmuş ki, boşa giden oyların nerdeyse tamamı en çok oy alan partiye gidiyor ve onu iktidar yapıyor.
Asla dilemem ama bu seçimde de aynı şey olabilir.
CHP‘nin Meclis’e gireceği kesin. İşte o yüzden AKP, şimdi MHP oylarına, başka bir deyişle MHP’nin baraj altında kalıp Meclis’e girememesine odaklanmış durumda… Çünkü böyle olduğu takdirde MHP‘ye verilen oylar sadece AKP’ye yaramış olacak.
İşte o zaman AKP Meclis’te istediği çoğunluğu elde edecek, anayasa ve yasalarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamayı sürdürecek ve ülkemiz Kürtçü bölünmeye, Kürdistan‘a doğru hızla yol alacak.
O yüzden, başta Tayyip olmak üzere “MHP sınırda” diyorlar, onu eritmek için böyle bir cingözlük yapıyorlar.
Bu da yetmiyor, MHP’yi yıpratıp Meclis’e girmesini önlemek amacıyla, piyasaya kasetler sürülüyor…
Ve devletin ilgili kurumları bu işi soruşturup aydınlatmak bir yana, ellerini ovuşturup seyrediyorlar.
Oyumu MHP’ye verecek değilim ama bu partinin mutlaka Meclis’te olması gerektiğine inanıyorum.
SÖZCÜ

Damdakiler...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

Bir olay olduğunda köylüler niye birbirlerine sokularak ve topluca yüksek bir yere çıkarlar?..

Bir tepe...

Ya da bir evin damı..

*

Bir; daha iyi görmek için...

İki; hep birlikte gördüklerini birbirlerine anlatmak için:

“Polis de geldi...”

“Kamyon da kamyonmuş...”

“Hüseyin de orada...”

Üç; işe bulaşmamak için...

*

Yapılan anketlere göre; seçimlere şurada günler kaldı, ama hâlâ “fikri yok” ve “kararsızların” oranı yüzde 15 ile yüzde 25 arasında...

*

Demek ki damdalar:

Başbakan’ın öbür oğlu da sabun işine girdi...

İstanbul ve Antalya’nın ünlü AVM’leri yanında ABD’de Virginia eyaletindeki Tyson’s Corner AVM’de de stand açarak kokulu sabun ihraç etmeye başladı...

Ama her dört gençten birisi işsiz, sefil, sürünüyor...

Eh...

Karar veremez insan...

*

Başbakan’ın oğlunun sabunları meyve şeklinde; şeftali, erik, mandalina...

Markası; MİS...

Ama “Saray sabunu”, “Amber”, “Padişah köpüğü” çeşitleri de var...

“İstanbul Ticaret Odası’na 715800/0 sicil no ile kayıtlı Mis Hediyelik Eşya” mis gibi para kazandıran bir iş...

Damdakinin sabunu ise iktidarın evlere dağıttığı “gıda yardımı paketi” içinde geliyor...

Açıp bakıyor ki sabun gelmiş...

Kalıp...

O zaman...

Karar veremiyor demek...

*

Ne yapacaksınız?..

İktidarın çocukları ve yandaşları bin kez köşeyi döndüler...

Damdakinin payına yoksulluk düşüyor...

İşsizlik...

Sefalet...

Muhtaçlık...

*

Ama yine de aşağı inmek gibi bir fikre sahip değiller...

Öyle bakıyorlar, kararsız...

Damdakiler...




Oturtma...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

Oturan komutana “gereğini” yapmış!...

*

İnsan nasıl duracağını şaşırıyor...

Otursan suç...

Ayakta dursan... Ata’nın huzurunda saygı duruşuna “Öyle sap gibi ayakta duruyorlar” diye kızdı öbürü...

İkisinin ortası yan yatsan...

Bu kızıyor:

“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir...”

*

Sınırdaki gözetleme yerinde Başbakan’ı korkutup oturtan komutan da gitti...

Oturtmaktan...

Çanakkale’de Başbakan gelince oturan komutan ise...

Oturmaktan...

*

Devrin en oturaklı devlet adamı Bülent Arınç ise, oturak niyetine kullandığı siyaset kürsüsünde doğru pozisyonu gösterdi:

“Şöyle geleceksin, topuk selamı verip gideceksin... Sen benim memurumsun... Oturduğun yerde oturacaksın...”

*(atsr)

Ki ertesinde Başbakan oturanın başına ne geldiğini açıkladı:

“Törende Başbakan gelir de bir korgeneral ayağa kalkmaz mı?.. Oturdu, bedelini ödedi, gereği yapıldı...”

Ergenekon Davası’nın hangi hukuk zihniyetine oturtulduğunu anladınız mı şimdi?..

Bir intikamın...

Bir kinin...

Bir nefretin...

İnsanın yüreğine oturuyor; bu ülkenin demokrasiden haberi bile yokken... Ona yüzyılın en şerefli zaferini, modern devleti, demokrasiyi, Cumhuriyeti armağan eden Türk ordusuna bu kin, nefret niçin?..

Bir iktidar niye kendi askerinden böyle intikam almak ister?..

O neyin iktidarıdır o zaman?..

Kimin?..

Oturtun bir akla mantığa, oturtabiliyorsanız...

*

Paşa da sanıyor ki bir suçu var, hapiste oturuyor...

Demek ki içeride oturması, kalkmamasından...

*

Çok sayıda okur, bu itirafı duyunca tepki notu gönderiyor dünden beri...

Bu son itiraf içinize oturdu belli...

İyi de, seçime az kaldı...

O zaman “gereğini” yap sen de...

Oturtma...

MG alıntı



****
Karikatürler - Muhalif CIZGILERhttps://www.facebook.com/pages/Karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562


****
Yılmaz Özdil Hürriyethttps://www.facebook.com/pages/Y%C4%B1lmaz-%C3%96zdil-H%C3%BCrriyet/186722461357933


****
Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarıhttps://www.facebook.com/pages/Emin-%C3%87%C3%B6la%C5%9Fan-S%C3%B6zc%C3%BC-gazetesi-yazar%C4%B1/194723683891920

19 Mayıs 2011 Perşembe

Kılıçdaroğlu yanılıyor doğruyu Tayyip söylüyor..Sözcü gazetesi yazarı Emin Çölaşan yazdı

19 Mayıs 2011 Perşembe,
Sevgili okuyucularım, Kemal Kılıçdaroğlu birkaç gün önce önemli bir konuya değindi ve yanılgıya düştü! Şöyle diyordu:
"Recep Bey 2004 yılında kızının düğün davetiyesini devletin uçağı ile Ürdün'e, Ürdün Kralı'na gönderdi."
Siyasetçi, hele ana muhalefet partisinin genel başkanı ise, sözlerine dikkat etmek ve her zaman doğrulan gündeme getirmek zorundadır. Nitekim "Gerçeğe uymayan" bu sözlerinden sonra Tayyip'ten yanıtını fena halde aldı. Tayyip, Kılıçdaroğlu'nun bu sözlerine Yozgat mitinginde haykırarak, kürsüden bağırarak yanıt verdi. Sözlerini, devletin Anadolu Ajansı'nın geçtiği haberden ve AKP ile Fethullah'ın gazeteleri olan dünkü Zaman, Bugün ve Yeni Şafak gazetelerinden alarak aynen veriyorum:

"Kılıçdaroğlu bir yalan daha söylemiş. Bunlarda utanma, ar, namus, haya, böyle bir şey yok. Bay Kemal meğer nerelerden talimat alıyor, ne dolaplar çeviriyormuş. Ona 'Yürüyen yalan' dedim. Gördüm ki hafif bunlar. Koşan yalan, belgeli yalana, vesikalı yalana bunlar."

Benim gazeteci olarak görevim eğriye eğri, doğruya doğru demektir. Tayyip bu olayda haklı! Böyle bir yalan karşısında herkes aynı tepkiyi gösterir. Konuşmasını sürdürüyor:

"Güya ben kızımın evlilik davetiyesini özel uçakla Ürdün Kralına göndermişim. Böyle hayasızlık olur mu? Ben bu Kılıçdaroğlu'na diyorum ki, dürüstsen, mertsen, çık bunları açıkla. Sen namertsin, sen dürüst değilsin."
Evet, bu iftira karşısında haklı olarak çok sinirlenmiş. Devam ediyor:


"Sen hangi çağda yaşıyorsun? Özel uçakla davetiye mi gönderilirmiş yaaa? Böyle saçmalık mı olur, böyle şey mi olur yaaa? Değerli kardeşlerim bunların geçmişi de bu, bugünü de bu. Fakat bunlarda yüz yok. Ve yalanı bunlar güle oynaya söylerler. Sorduğum sorulara cevap veremezler. Bunların yalanını takip etmekten bıktım..."

• • •

Dediğim gibi, bizde eğriye eğri, doğruya doğru! Bu olayda Tayyip haklı, Kılıçdaroğlu haksız! Sen kalkıp "Ey Tayyip, sen kızının düğün davetiyesini özel uçakla Ürdün Kralı'na gönderdin" dersen, hak ettiğin yanıtı işte böyle alır ve şapa oturursun!

Bunlan niçin yazıyorum?..

Çünkü efendim, Tayyip kızının düğün davetiyesini Ürdün Kralına özel uçakla, devletin uçağı ile göndermedi.

Ya ne yaptı? Şimdi gelin. Hürriyet te çıkan 8 Temmuz 2004 tarihli yazımda neler dediğime bir bakalım. Lütfen çok dikkatle okuyunuz:

"Tayyip devletin uçağına atladığı gibi soluğu Ürdün'de aldı. Yanında eşi ve çocuğu ve bir de tercümanı olan AKP milletvekili ile korumaları. Gezi bir günlük. Yanında devletin resmi bir görevlisi yok. Yakında evlenecek olan çocuğunun nikah davetiyesini Ürdün Kralı'na vermek için gitmiş.

Cumhuriyet tarihinde bir ilk'e tanık oluyoruz. Bugüne kadar hiçbir devlet ve hükümet adamı devletin makam uçağına atlayıp bir yakınının düğünü vesairesi için ailesini toplayıp yabancı bir ülkeye gitmemiş, davetiyeyi elden teslim etmemişti.

Davetiye vermek için sen atla devletin
uçağına, al yanına çoluk çocuğunu, tercümanın olan milletvekilini ve git oralara!.. Olacak şey değil. En azından Müslümanlıkla da bağdaşmıyor.

Aklı başında bir devlet adamı bunu yapmaz, yapamaz. Mümkün değildir." Ben bunlan yedi yıl önce yazdım. Tayyip yazdıklarımı yalanlayamadı, açıklama gönderemedi, beni mahkemeye veremedi... Çünkü olay baştan sona doğruydu.

• • •

İzleyen günlerde kızını evlendirdi. Tam yedi bin kişi davetli idi. Takı kuyruğu saatler sürdü ve kilolarla altın başarıyla toplandı. 10 Temmuz günü, düğünden önce şöyle yazmışım:


"Böyle düğünlere inanılmaz hediyeler gelir ve bunlar gizli tutulur, insanlar bu süreç sonrasında bir anda zengin olur... Ürdün Kralı ve Kraliçesi kendilerine elbette görkemli bir hediye vermişlerdir. Aileyi taa Ürdün'den eli boş uğurlamak olmaz! Acaba ne verdiler? Vallahi çok merak ediyorum! Hatta kaç kilo altın gelmiş olacak, başka neler verilecek, gel de meraktan çatlama birader!..

Çünkü iki yıl önce servetindeki anormal artış iddiasıyla Ankara'da yargılanırken, Recep Bey'in yaptığı savunma aklıma geliyor. Bu artışın oğlunun düğününde gelen hediyelerden kaynaklandığını, oğlundan borç aldığını söylemişti de!.."

• • •

Düğün 11 Temmuz 2004 Pazar günü yapılıyor. Olayı izlemeyi sürdürüyorum ve bir de bakıyorum ki, bazı başka devlet adamlanyla birlikte Ürdün Kralı da gelmiş! Sen devletin makam uçağına binip onun ayağına gidip davet edersen,
adam ister istemez gelir.

13 Temmuz 2004 tarihli yazımda şöyle diyorum:

"Avrupa'daki hanedan, Osmanlı'daki sultan düğünleri gibi! Bu Müslüman düğününde nikahın tam altı adet tanığı var. Biri Ortodoks Yunanlı, öteki Ortodoks Romanyalı, ötekiler Müslüman!

Takı kuyruğu tam üç saat sürmüş. Nikaha katılamayan bazı yabancı devlet adamları da hediyelerini göndermiş...
Recep Bey almış eline mikrofonu, sunuculuk yapıyor:

'Şimdi huzurlarınızda Pervez Müşerref... Şimdi dost ve, kardeş Yunanistan Başbakanı Kostas... Ve Ürdün Kralı...

Sunucu sahneye çağırıyor ve Kral Hazretleri ayet okuyor...
Recep Tayyip Erdoğan fakir fukaranın oylarıyla başbakan oldu. Sonuçta Ülker grubunu arkasına alıp zengin olmayı başardı. 'Türkiye'de şeffaflık dönemi başlattık' diyenler eğer masal okumuyorsa, önceki gün birkaç saat içerisinde sıfır maliyetle edindikleri bu servetin hesabını, dökümünü ve rakamını kamuoyuna, en azından kendisini oylarıyla iktidar yapan fakir fukaraya açıklamakla yükümlüdür. Buyursunlar, bekliyoruz."

Düğün hediyesi olarak büyük işadarnlarından, medya patronlarından, siyasetçi ve bürokratlardan, yabancı devlet adamlanndan ve özellikle de davetiye vermek için devletin uçağı ile çoluk çocuk ziyaretlerine gittikleri Ürdün Kralı'ndan ne geldiğini hiçbir zaman açıklayamadılar.

Onlar hep devlet sırrı olarak kaldı!

• • •

Şimdi Kıkçdaroğlu'nun ve hatta öteki muhalefet partilerinin elinde çok güzel, çok ilginç bir seçim malzemesi var. Kimsenin akıl hocası değilim ama bunu sonuna kadar kullanmalan gerekir.

Kıkçdaroğlu diyor ki "Sen kızının düğün davetiyesini Ürdün Kralı'na devletin uçağı ile göndermiştin..."
Ve Tayyip bunu Yozgat mitinginde baştan sona inkar ediyor ve ağır sözlerle karşı saldınya geçiyor:

"Böyle hayasızlık olur mu? Sen namertsin, sen dürüst değilsin. Sen hangi çağda yaşıyorsun? Özel uçakla davetiye mi gönderilirmiş yaa! Böyle saçmalık mı olur, böyle şey mi olur yaa!.. Yalanı bunlar güle oynaya söylerler..."

Şimdi Kılıçdaroğlu'na düşen bir özür görevi (!) var. Bence şöyle demeli:

"Kızının düğün davetiyesini devletin uçağı ile Ürdün'e gönderdiklerini söylerken yanıldığım için halkımdan özür dilerim. Meğer bunlar Ürdün'e devletin uçağı ile aile boyu gidip davetiyeyi elden vermişler!"

Sonrasının hesabını -yukanda yazdığım o ağır sözlerinden sonra- Tayyip herhalde verecek ve kimin yalan söylediği, sürekli yalanlarla milleti kimin kandırdığı bir kez daha ortaya çıkacaktır.

EMİN ÇÖLAŞAN

Aptal Sayımı...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

Öyle hemen kimse alınmasın...

Hadi şöyle diyelim:

“Seçim, akıllı sayımı olacak...”

*

Eğer iki tane İstanbul Boğazı istiyorsanız...

Tabii ki iki Boğaz olunca, dört tane de İstanbul ediyor...

İkisi o yanda, ikisi bu yanda...

Kanal açılınca ortada kalan yer ne?..

Ada...

Eğer buna oy verirseniz.

Bu akıllı işidir...

*

Diyelim ki referandumda nasıl ki “çocukların korunmasına” akıllılar “Evet” dedi de 1 milyon 700 bin çocuk sokaklarda ağlaşarak dolanıyor...

Şifre var, kopya yok çünkü...

*

“Engellilerin korunmasına” referandumla “Evet” diyenlerin ne kadar akıllı olduğunu ise Sağlık Bakanı açıkladı:

“Körsün ya...”

*

Kafasını çalıştırıp “12 Eylül’ü yapanlardan hesap sorulacak” sözlerine “Evet” diyenlerin akıllı olduğu şuradan da belli:

Kenan Evren’in maaşına zam yaptılar...

*

Kürt açılımına da “Evet” dedi aptal olmayanlar...

İyi bakın:

Türkiye bölünüyor...

*

Yine seçim var...

“Aptal sayımı” değilse, hadi “akıllı sayımı” diyelim...

Telefon dinlemelerine, muhaliflerin evlerinden toplatılmasına, basılmamış kitapların tutuklanmasına... Tehdide, zorbalığa, faşizme oy verip de sonra kamera vardır diye yatak odasında ceketle oturmak nedir?..

Akıllı işi...

*

Türkiye tarikata teslim edildi...

Cumhuriyet ağır yaralı...

Şimdi de ülke göz göre göre bölünüyor...

Bilinçli insanlar endişe ve korku içinde...

Seçimde tüm bunlar oylanacak...

*(atsr)

Öyle hemen “seçimlerin aptal sayımı” olduğu nereden çıktı?..

Göreceğiz...

Neyse o...

Kadınlar gittiğinde... ...

TÜRKAN Hoca o yazımı çok sevmişti:
"Kadınlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde 'yetim-öksüz' kalan çok olur.

Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler...

Çekmecenin dibinde artık kimsesizdir eski tarak.

Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar.

Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların.

Sık sık boynunu büker 'sarıkız'.

Teki kalmış o eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının.

Balkon artık sessizdir.

Koridor kimsesiz.

(.......)

Bir kadın gittiğinde...

Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci...

Bir anne gider... Bir dost... Bir arkadaş... Bir sevgili... Ne çok kişi yok olur aslında, bir kadın gittiğinde..."

*(atsr) 

Oysa ben o yazımı sevmemiştim.

Çünkü bir kadın gittiğinde, aslında çok şey bırakıyordu arkada.

Bugün televizyonunuzu açıp bakın; bu kadar ifade, anlam, mesaj, söz... Bugün ağlayan o kendisi gibi binlerce yüz, kaç insan bırakabilir arkasında?..

Diyelim ki "çağdaş yaşam"ın anlamını bu topluma kim bu denli anlatabilmişti?.. Ya da içine düştüğümüz felaketin boyutlarını?..

*

Yine de o yazıyı sevmişti Türkan Hoca:

"...Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır.

Kapı eşiğindeki 'Dikkat et...'ler duyulmaz, annesi gitmiştir 'geç kalma...'nın.

Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler.

Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın gittiğinde pek çok 'yetim' bırakmıştır arkasında..."

Bekir Çoskun -(19 Mayıs 2009 hurriyet)

İmam...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

İmam...
“Şimdi oraya yazmışlar, diyor ki ‘her nefis ölümü tadacaktır’ diyor... Yani bu ne demek?.. Şöyle bir bak... Yani ölüyorsun...”

Kalabalık bir ağızdan:

“Yaşaaaaa...”

“Varooolll...”

*

(İmam Başbakan olunca, böyle bir seçim konuşması doğaldır... Bkz; Düzce konuşması... Meydana toplanmış insanlara “ölüyorsun” diyor, onlar da sevinip alkışlıyorlar...)

*

“Şimdi ölünce ne yapıyorlar?..”

Kalabalık:

“Mezaraaaa...”

“Evet, şimdi sen ölüyorsun, seni getirip mezara koyuyorlar...”

“Yaşaaaaa...”

“Nurooolll...”

*

“Ölmeyecek miyiz?..”

Kalabalık bir ağızdan:

“Öleceğizzzzz...”

“Bakınız diyor ki ‘ey kabrimin başında durup ibretle bakan... Dünkü ziyaretçi bugün buraya defnoldu’ diyor...”

Kalabalık:

“Bravooooo...”

“Yaşaaaaa....”

*

“Üzerine yeşil örtü örtüyorlar... Orada, yeşil örtüde gayet güzel yazıyor... Ne diyor?..”

“Durmak yok, yola devam...”

“Hayırrr... Diyor ki öleceksin...”

“Nurooolll...”

“Bizi nereye koyacaklar?..”

Kalabalık:

“Toprağaaaa...”

“İki metreküp bir mezara koymayacaklar mı?... Hoca efendi gelecek, ‘er kişi niyetine’ diyecek... Demeyecek mi?...”

“Diyeceeeekkkk...”

“Gör bunu gör... Gömecekler seni bunu bil...”

“Bravoooo...”

“Topraaakkk dökecekler üzerine...”

“Yaşaaaaa...”

*(atsr)

Ben hiç böyle seçim konuşması görmemiştim...

Gel de oy verme...

Sonra da git yat...

Mezara...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Ananı!. can dündar

Alpay, devre arasında, soyunma odasına giden tünelde Beckham'ın anasına küfretti mi?
Alpay "Küfretmedim. Ne annesini tanırım, ne babasını..." diyor. Ama bu işlerde tanışıklık aranmadığı malum.
İngiliz gazeteleri haberi biraz şaşkın bir üslupla verdi.
Öyle ya; Beckham'ın annesi neresinden baksanız 50 yaşlarında olmalı...
Alpay gibi bir delikanlı, hiç tanımadığı, 50'lik bir kadına neden tecavüz etmek ister?
   
* * *
Sahi nedir anadan istenen?..
Neden, cenneti ayaklarının altına serdiğimiz, "Onun gibi yar olmaz" dediğimiz analar, toplumsal bilinçaltının ilk cinsel hedefidir?
Malum, her öfke nöbetinde erkek ağzından kusmuk gibi boşalıveren o küfür zincirinin ilk halkasında "ana", en müstesna yeri alır.
Onu genellikle "...avradını" izler.
Ardından iş, "sülale" boyutunda genişletilir.
Sonra küfredenin hayal genişliğine göre "kızını, kızanını, bacını, kancığını, kısrağını" diye sürer gider. Ve nihayet "gelmişini, geçmişini, atanı, ecdadını" bölümüyle tasallut, tarihsel bir derinlik kazanır.
Böyle zengin bir libido karşısında Freudyen yorumlara meyledip işin altında erkek çocuğun baba nefreti ve anne saplantısıyla büyümesini mi aramalı?
   
* * *
Maç öncesi Milliyet Popüler Kültür'de Reşat Çalışlar'ın "Türklerde ve İngilizlerde küfür" kıyaslamasını yayımlamıştık.
Reşat, Türk argosunun "bileşik küfür üretme" yetisinin İngilizlerde bulunmadığını yazıyordu. İngilizler olsa olsa "kaltak paçavrası" filan gibi iki kelimeyi yan yana getirip tamlamalar yaratarak küfrediyordu. Öyle tadını çıkara çıkara, ağzını doldura doldura, 7 cedde uçkur çözerek "defteri kebirden okumak" yoktu İngilizlerde...
Onların yaratıcılığı, abartılı ve şiddet içerikli "kalaylama"dan ziyade, cinsellik içeren orijinal argo ifadeler üretmekteydi. Reşat o örneği vermemiş, ama konumuz açısından enteresan bir örnek, "motherfucker"dır.
Yani "ana becerici..."
* * *
Görüldüğü gibi, anne orada da işin içinde...
"Anasını bellemek" tabiri Karagöz oyunlarında da var. Yani hiç de yeni değil, anaya bulaşma adeti...
Hulki Aktunç'un "Büyük Argo Sözlüğü"nde (YKY, 1998) "Anan güzel mi"den ("Kendini akıllı mı sanıyorsun"), "Anası bellenmek"e (Zorluk çekmek), "Anasının donu başında olmak"tan (anasını pazarlamak), "anasını satmak"a (boşvermek) kadar pek çok tabir yer alıyor.
Erkeklere özgü bir jargon mu bu?..
Öyleyse bile kadınları çok etkilediği kesin. Çünkü "Belki kadınlar daha insaflıdır" diye baktığım Filiz Bingölçe'nin "Kadın Argosu Sözlüğü"nde de analar yine küfrün başköşesindeydi:
"Anasının ananası", "anasını eşek kovalasın", "anasının nikahı", "anasınınkini çay tabağında görmek" vs. vs...
   
* * *
Beckham'ın anasına dönecek olursak...
Ben Alpay'ın - küfrettiyse - kadıncağıza karşı bir art niyet beslediği kanısında değilim.
Size tuhaf gelebilir ama meselenin kökeninde galiba yine anne sevgisi yatıyor.
Çünkü namus mefhumunun yüceltildiği toplumlarda, kızan adam, kızdığı adamı, en çok kızdıracak yerinden vurmak istiyor ve en kutsal olanı hedefliyor:
O da anne...
Paradoksal olarak en kutsal olan, aynı zamanda, okka altına ilk giden oluyor.
Peki neden "öldürürüm" filan değil de "beceririm"?
Tecavüzcüler dünyasında "ölüm" kurban için kurtuluş sayılır da ondan...
Bizde seks, zevk değil, ezadır.
candündar.com alıntı

Siyanür Şerbet....Bekir Çoşkun cumhuriyet gazetesi..

Siyanür aslında zehirdir...
Bir damlası ineği öldürür...
Onun için Hitler önce Yahudiler için, sonra da sığınağında kendisi ve sevgilisi için siyanürü tercih etti...
Bir bardak siyanür içme suyuna karıştığında, bir kasabayı yok etmeye yeter...
Siyanür bir kez toprağa karıştığında ise artık geri alınamaz.
Er geç bir yerde insana rastlar...
*
Kütahya’daki gümüş madeninde ne kadar siyanürlü su var?..
25 milyon ton...
*
Peki, bu tehlikeli mi?..
Değil...
Faydalı...
Çıkan gümüş-altını avuç avuç köylüye dağıtacaklar çünkü!..
*
Çevreye ve insanlara hiç mi zararı yok? derseniz...
Söylendi ya size; mutfak tüpü yani...
Nükleer santralın mutfak tüpü ile kıyaslandığını düşünürsek... Çukurdaki siyanür de diyelim ki; sahanda yumurta...
Ya da o mantığa göre; parmak tatlısı...
Tatlısını yerseniz tehlike yok...
Parmağı yerseniz...
*
Bankalar, şirketler, haberleşme, koylar, limanlar, fabrikalar bitti...
Yerin üstünü bitirince altını yemeye sıra geldi...
Yerli ve yabancı şirketler saldırıyorlar; orman, dağ, ova, yayla, doğa, cennet, vatan, yurt demeden...
Hiç merhametleri yok...
Vicdansızlar...
Yurdun dört bir yanından çevre katliamı haberleri geliyor...
Tarihi boyunca Anadolu toprakları hiç bu kadar saldırıya uğramamıştı...
Düşman dahi bu topraklara böylesine zarar vermedi...
*
Siz sadece Kütahya’nın farkına vardınız...
Siyanür seti çökünce...
Onu da zar zor duydunuz...
Arka sayfada, son haber, arada, kısacık, öylesine...
Niçin?..
Çünkü medya patronları da maden, altın, gümüş, kömür, HES, ocak, kaz, kazan işine girdiler...
*
O zaman kim seni savunacak ey vatan?..
Kim?..
Bir damla suyun için, bir dal ağacın için, bir tek taşın için, bir avuç toprağın için canımızı verirken...
Şerbet mi saysak siyanürü?..
Sen ölü, biz ölü...

bcoskun@cumhuriyet.com.tr
haberinyeri.net ten alıntı.


Eşek ....Yılmaz ÖZDİL hurriyet


Geçen sene...
*
Irak’ın El Ambar bölgesinde herkesi öldürüp, sokakta insan evladı bırakmayan Amerikalı Albay John Falsom’ın yüreği hayvan sevgisiyle doluydu. Bi eşek gördü. Kimsesiz. İçi acıdı. Göz pınarlarından yaşlar süzüldü. Dedim ya, pek şefkatliydi albay, onu öyle boynu bükük, yapayalnız bırakamazdı, duman rengindeydi, Mister Smoke adını verdi, birliğine getirdi. Çoluk çocuk herkesi takır takır öldüren Amerikan askerleri, komutanlarının bu asil davranışı nedeniyle hisli duygulara gark oldu. Bağırlarına bastıkları eşekle hatıra fotoğrafı çektirip, hasretle baba yolu gözleyen çocuklarına gönderdiler. Çocuklar feysbuklarına koydu. Gazeteler üstüne atladı, manşet üstüne manşet, eşek şöhret oldu. Posterleri, tişörtleri yapıldı... Hadi bakalım, Uluslararası Hayvanlara Karşı Zulmü Engelleme Vakfı devreye girdi. “Eşeği şebeğe çevirdiniz kardeşim, ayıptır” demeleri beklenirken, dediler ki, Nebraska’ya getirelim, gazilerin ve asker çocuklarının rehabilitasyon merkezine koyalım, terapide kullanalım... Pentagon’a danışıldı, “abi süper fikir be” denildi, eşeğin derhal savaş ortamından çıkarılıp, özgürlükler ülkesine getirilmesi emri verildi. O sırada... Amerikalıların öldürmeyi unuttuğu bi köylü çıkageldi, “eşek benim, vermem” dedi. Buyrun burdan yakın... Köylüyü ikna etsin diye, bi şeyh devreye sokuldu. Şeyh “sevaptır, ver” dedi. Köylü “30 bin dolar versinler, ikimiz kırışalım, vereyim” dedi. Şeyh ikna oldu. Köylüyü alıp, Albay’a gitti, “30 bin dolar verin, verelim” dedi. Albay’ın daha makul bi teklifi vardı, “Ya verin, ya da, ikinizi birden vurayım” dedi. Köylüyle şeyh ikna oldu! Hediye ettiler... Böylece, eşeğin özgürlüğe seyahatinde engel kalmadı. 21 gün önce Erbil’e getirildi, Habur’dan Türkiye’ye sokulacak, İncirlik’ten ABD’ye uçacaktı... Ki, kriz çıktı! Bizim gümrük görevlileri “hoopp hemşerim, burası dingonun ahırı değil” dedi. Eşek, mister’dı ama, neticede eşekti, vize için Tarım Bakanlığı’na sorulması gerekiyordu. Tarım Bakanlığı’na soruldu, “giremez” cevabı geldi. Niye birader... Ya eşekte hastalık varsa?
Langır lungur memlekete sokarsak, maazallah bizim eşeklere bulaştırırsa?
*
Geçen sene...
*
Eşeği, hastalık bulaştırabilir diye “gümrükten sokmayan” Tarım Bakanlığımız, et fiyatları patladı ayaklarıyla, hayvan ithalatına izin verdi. “Transit yolcu eşeğe” vize vermeyen Tarım Bakanlığımız, taaa Uruguay’dan sığır, taaa Avustralya’dan koyun getiren ithalatçıya “sıfır gümrük” uyguladı. Bir sene içinde, 413 bin sığır, 683 bin koyun soktu koynumuza... “N’oluyo” demeye kalmadı, karkas et ithalatının kapıları ardına kadar açıldı. 160 bin ton da öyle sokuldu. Kaçakçılık patladı... 53 bin baş kaçak sığır yakalandı. Varın, yakalanmayanı siz hesap edin. Uruguaylı besici, ithalatçı, aracı, kaçakçı, köşeyi döndü. Bizim besici, ayvayı yedi... Tosunu satayım derken, icra’atın içinden oldu, traktörden de oldu. Giren sadece besiciye girmedi, tüketiciye de girdi. Güya, et fiyatlarını ucuzlatmak için yaptılar bu dümeni, et fiyatlarında gram ucuzlama olmadığı gibi, üstüne, et’ikete bindi.
*
Nerde kalmıştık şekerim?
*
Eşekte...
*
Kafamıza çuval geçirenlere gıkını bile çıkarmayan Türkiye, eşeğe dikleniyordu! 413 bin sığırı, 683 bin koyunu, 160 bin ton karkası “zorla” mutfağımıza sokan Tarım Bakanlığı, transit geçecek olan
eşeğe “güzellikle” izin vermiyordu...
E haliyle “zorla güzellik” uzmanı olan ABD Büyükelçiliği devreye girdi. Iraklı köylü ve şeyhten sonra, bizimkiler de ikna oldu!
21 gün süren krizin ardından memlekete giren eşek, İstanbul üzerinden ABD’ye uçtu.
*
Ne mutlu eşeğe...
15 Mayıs 2011-hurriyet alıntı
ercan akyol milliyet alıntı.

Yakalandım.com... Cumhuriyet yazarı Bekir Coşkun

MHP kasetlerini yazdı...


Bakarsınız MHP’nin oyları artar...

Zaten erkekler kaset değerlendirmesi yaparken “Ayıp etmişler”, “Öyle şey yapılır mı?”, “Boyundan utan” falan demiyorlar...

“Dikkat etmeli” diyorlar:

“Dikkat edeceksin, bir gözün arkanda olacak, bir gözün önünde...”

“Yanlarda da...”

“Tabii... Sonra getirip kamerayı sokuyorlar şeyine, odana...”

“Dikkat etmeli...”

*(atsr)

Bir görüşe göre kaset ters tepecek ve MHP’nin oyları artacak...

Eğer bu doğru çıkarsa, bir dahaki seçimlerde diğer parti adayları kendi kasetlerini yapıp internete koyarlar bence:

“Yakalandım.com...”

“Kıçımıkimçekti.com”

*

Ve seçim meydanlarına kurulan dev ekranlarda, adayın gizli çekim apış arası görüntüleri yayımlanırken öbürü itiraz edebilir:

“Bizimkilerle boy ölçüşmeye kalkıyor... Senin hayalin bile yetmez... Boyu 45 kilometre... Genişliği 150 metre... Derinliği şöyle 25 metre... İçinden ne geçecek biliyor musunuz?.. Gemi... Proje olarak ortaya koyuyoruz...”

Ne bilelim biz?..

*

Kasetlerin içi MHP ve sağ seçmeni ilgilendirse de dışı hepimizi ilgilendiriyor...

Ve asıl felaket, kasetin içinde değil, dışında...

Bir:

Gerekirse insanların apış aralarını kullanıp Türk siyasetini istediği şekle sokmak isteyen bir sinsi güç var...

İki:

Kasetlerle insanları bertaraf etmek, dinci istila ile paralel yürüyor...

Üç:

O sinsi güç sadece bertaraf etmek için kasetlerini açıklıyor... Kullanmak istediklerinin kasetlerini biz bilmiyoruz... Ve şu anda bilmediğimiz kasetlerle kullanılmakta olan çok önemli noktalardaki önemli kişilerin farkında bile değiliz...

*

Ve devlet bitti...

Ne hukuk kaldı, ne yargı...

Canı yananların sığınacağı hiçbir yerleri yok...

Sığınılacak tek yer; işte otuz gün sonra seçim var, toplumun algısı ve vicdanı...

*

Gösterin onlara kasetinizi...

Daha ne diyeyim?..
----------------------------------------------------
Karikatürler - Muhalif CIZGILER
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=210026972361751&set=a.210026965695085.64216.186115531419562&type=1&theater

**

Hayaldi gerçek oldu başörtüsü sorunu çözüldü! ...Yılmaz ÖZDİLhttp://www.facebook.com/notes/y%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil-h%C3%BCrriyet/hayaldi-ger%C3%A7ek-oldu-ba%C5%9F%C3%B6rt%C3%BCs%C3%BC-sorunu-%C3%A7%C3%B6z%C3%BCld%C3%BC-y%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil/187129851334424

Önce İnsan Olsan Ya Kardeş.....Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı



AHA yine bildirdi:

“Bizi kardeş yapan Müslümanlıktır, laiklik değil...”

*

Kardeş!..

*

Laik Batı ülkelerinde yetmiş millet, din, ırk bir arada kardeş kardeş yaşıyor...

Birbirlerini kesmiyorlar...

Asansörlerde selam verirler birbirlerine...

Bak Müslüman ülkelere:

Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta, Sudan’da, Cezayir’de, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Pakistan’da, Afganistan’da Müslümanlar birbirlerinin gırtlağına çökmüşler AHA kardeş...

*

Niçin?..

Çünkü inanç, din, iman, mezhep gibi kavramlar devlet işin içine girdiğinde, asıl o zaman tüm insanların kardeşliği uçup gidiyor...

Ama laiklik varsa; Müslüman, Hıristiyan, Budist, ateist bir arada yaşayabilir...

İnsan olmayı yeterli sayarak...

*

Doğrusunu istersen kardeş; sen anlamazsın ama laiklik önce “insan” olmakla ilgilidir...

İnsan olan; dini, imanı kirli dünya işlerine karıştırmaz...

Allah’ın adını binbir yalanın uçuştuğu seçim meydanlarında ağzına almaz...

Müslümanlığını çıkarı için kullanmaz...

Peygamberi; binbir skandalın, yolsuzluğun, rüşvetin, rezaletin, haksızlığın, hukuksuzluğun, hırsızlığın döndüğü siyasi iktidarına ortak etmez...

Ki biz ona ne diyoruz:

Laiklik...

*(atsr)

Laiklik olmadan asla demokrasi olmaz...

Yeryüzünde laik olmayan bir tek demokrasi göstersene bize kardeş...

AHA görelim...

Bir de utanmadan “demokrasiye” yapışmışsın...

*

Pekiii...

Müslümanlığı işin içine karıştırmadan, salt insan olarak öbür insanlarla “kardeş” olamıyor musun?..

Olamıyorsan...

Ne işin var laik devletin tepesinde...

Kırıta kırıta...

Altında kırmızı plaka, önünde eskort, arkanda laik devletin nimetleri, aylık net 15 bin yolluk, ödenek...

Git dergâhında otur...

*

Mustafa Kemal’in laik cumhuriyeti olmasaydı, oturacak yeriniz de olmayacaktı ya kardeş...
 muhalif gazete alıntı..

latif demirci hurriyet

6 Mayıs 2011 Cuma

Nedim’e ne diim?..Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil yazdı

AKP’nin hapishanesine gittim.
Silivri’ye.
Nedim’e.
*
Ne diim ki?
Hepinize selam söyledi.
*
AKP yaptı bu hapishaneyi...
Malum, millete hizmet esas.
Ne kadar gurur duysalar, az.
*
Nedim’den çıkıp...
Yandaki spor salonuna geçtim.
Sanırsın maç var.
Tribünlerde kadınlar.
Tanıştırdılar...
- Şu amiral, eşim olur.
- Ordaki general, ağabeyim.
- Şurdaki albay, oğlum.
Bi minik el yakalıyor elimden.
6-7 yaşlarında taş çatlasa.
Annesi işaret ederek gösteriyor bana...
- El sallayan var ya, baba.
*
Hasret taşmış...
Basın tribünü bomboş.
*
Soruyorum...
- Hep böyle mi?
- Hep böyle.
*
28 senedir bu işi yapıyorum, 28 senedir utanılacak iş yapmadığımı sanıyordum.
*
Güya onlar içerde.
Halbuki, bizim ruhumuz tutsak.
*
Gelmişken, yüce Türk basınını temsilen etek giysem yeridir... Ponpon kız olarak.

Yılmaz Özdil/Hürriyet


http://www.facebook.com/pages/Emin-%C3%87%C3%B6la%C5%9Fan-S%C3%B6zc%C3%BC-gazetesi-yazar%C4%B1/194723683891920

http://www.facebook.com/pages/Bekir-Co%C5%9Fkun-yaz%C4%B1lar%C4%B1/148269981894650

İzmir’in kavakları...Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil yazdı

İzmir’in kavakları...

Gâvur İzmir’in Bizans konsolosuyuz ya...

Herkes soruyor:
Orda n’ooluyor?

AKP geçen hafta “2 Mayıs”ta İzmir’e yönelik projelerimizi açıklayacağız dedi... “2 Mayıs”ta İzmir Büyükşehir Belediyesi basıldı.

Olan bu.

Konak belediyesini böldüler, Karabağlar belediyesi yarattılar, hesapta avanta kömür vererek kazanacaklardı, çünkü Karabağlar’da dar gelirli vatandaşlarımız yaşar. Kömür götürenlerin ağzını burnunu kırdılar iyi mi, ezici üstünlükle CHP çıktı... Karabağlar belediyesini bastılar.

Bi parça Karşıyaka’dan, bi parça Bornova’dan kopardılar, Bayraklı belediyesi yarattılar, güya avanta makarna dağıtarak devşireceklerdi. Ahalimiz teşekkür mahiyetinde (!) odunla bekledi makarnacıları, ezici üstünlükle CHP çıktı... Vay sen misin, Bayraklı belediyesini bastılar.

Olan bu.

Başbakanımız, geçen ay, TRT’de Hakan Şükür’ün programına katıldı, “Şu anda İzmir’in Süper Lig’de takımı yok, tabii İzmir’in Süper Lig’de bir tane takımı bile olmayınca Halkapınar Stadı boş kalıyor” dedi. Kafasına ampul şapkası takan mebus adayı Hakan da, tasdikledi.

Bucaspor, eskiden AKP’li belediyeydi. CHP’ye geçti. Anlaşılan o ki, Buca CHP’li olunca, lügatinden sildi... “Boş kalıyor” denilen statta, daha bu hafta 50 bin Göztepeli vardı. 15 milyonluk İstanbul’un Büyükşehir Belediyespor’u ise, 6 seyirciye oynuyor, futbolcu sayısı taraftardan fazla... Üstelik, o stadın adı Halkapınar değil. Atatürk de mi defterden silindi?

Olan bu.

“İzmir’de AKP’liler bile Aziz Kocaoğlu’na oy verir” dedim, küfür ettiler... AKP İzmir mebusu Taha Aksoy, büyükşehir belediye başkanlığına aday yapıldı, Aziz Kocaoğlu’yla birlikte Fatih Altaylı’nın Teke Tek’ine çıktılar. Taha Aksoy elini vicdanına koydu, “Evimi, cüzdanımı, hatta ailemi bile emanet edebileceğim kadar dürüst adamdır Aziz Kocaoğlu” dedi! Sonu oldu tabii, bırak belediyeyi, bu seçimde mebus adayı bile yapmadılar Taha Aksoy’u.

Olan bu.

(İki parantez açayım... Laik kılıflı liboşik bi arkadaş var. Yağcılığını margarin gibi suratına sürer. Belediyelerden para alır, vıcık vıcık belgeseller yapar. Aziz Kocaoğlu’dan istedi. Havasını aldı. Utanmadan, oturdu, “Expo gezisi diye Sexpo gezisine gitti” diye yazdı. Yalanlandı. Yalanlandığını yazmadı. Sevmez bu tür arkadaşlar, Aziz Kocaoğlu’nu.)

(Avantacı gazeteciye vermiyor da, nereye veriyor parayı? Tek örnek anlatayım... İzmir Büyükşehir Belediyesi, dar gelirli 160 bin öğrenciye haftada 2 litre süt veriyor. Bu devasa miktardaki sütü, Tire Süt Kooperatifi’nden alıyor. Bizzat köylüden yani... İzmir’in parasını, hizmet ayaklarıyla yandaşın cebine koymuyor. Haberiniz olmaması doğal, çünkü kameraları çağırıp, milletin parasıyla kendine reklam yaptırmıyor.)

Sadece 5 gün önce... “AKP’li Maliye Bakanlığı”na bağlı İç Denetim Koordinasyon Kurulu toplantısı yapıldı. Kaynakların etkili, ekonomik, verimli kullanımı, şeffaf yönetim-denetim kriterleri incelendi. İzmir Büyükşehir Belediyesi “Türkiye’nin örnek belediyesi” seçildi. Sadece 5 gün sonra, İzmir Büyükşehir Belediyesi basıldı.

Olan bu.

Yolsuzluk yapıp, köşeyi döndüğü iddia edilen “en kritik” daire başkanına, mal varlığını sordular dün... Ne cevap verdi biliyor musunuz? “Dikili ağacım yok, eşim kanserden vefat etti, borç bıraktı, reddi miras yapmak zorunda kaldım, tedavisi sırasında masrafları karşılayabilmek için Vakıflar Bankası’ndan kredi çektim, şimdi taksitle onu ödüyorum.”

(Ayrıca... İmar planına göre ancak “kültür-sanat merkezi” yapılması öngörülen araziye “apartman yapılmasına izin vermediği için” hakkında soruşturma açılan belediye başkanı duymuş muydunuz hiç? Duyun... Kültür-sanat arazisine apartman yapılmasına izin vermediği için, hakkında soruşturma açıldı İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nın.)

Olan bu.

Şimdiiii...
Gelelim zurnanın zırt dediği yere.

Hedef, İzmirliler değil... Çünkü, İzmirliler güler geçer böyle saçmalıklara... AKP yağmurlu havada su bile bulamaz İzmir’de... Peki “Hedef kimdir” derseniz?

AKP.

AKP’nin İzmir’e gıcık olması normaldir. Ancak, Binali Yıldırım’ın “2 Mayıs”ta İzmir projelerimi açıklayacağım demesinden sonra, tam da “2 Mayıs”ta İzmir’de baskın yapılması, anormaldir. Ayak oyunlarının adamı değildir Binali Yıldırım... En azından zekâsına kefilim.

İzmir, savaş alanıdır...

Savcının, polisin aldatıldığını, yanlış yönlendirildiğini düşünüyorum. İzmir’e gâvur, sümüklü gibi yaftalar takan AKP’ye, tam yeridir deyip, İzmir üzerinden tezgah kuruldu. Belli ki dengeler değişti... AKP’ye çalışıyormuş gibi görünen bazı arkadaşlar, AKP’yi tufaya getirdi.

Eli verdiler...
Kolu kaptırdılar.

Olacağı buydu.

Bundan böyle herkes ağızdan çıkan laflara dikkat etsin... AKP’lilerin “içeri tıkılan gazeteciler” başta olmak üzere “sürpriz” açıklamalar yapacağından adım gibi eminim.

Yılmaz Özdil/Hürriyet

Başbakan’ın Kulakları...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

ÖSYM soruşturması gizli sürüyor... · · Paylaş

Ama Başbakan “şifre olsa bile kopya olmadığı” konusunda “Yargıdan olumlu sinyal aldım” dedi...

Ben yargıdan “sinyal” çıktığını ilk kez duyuyorum...

Hani yargıdan; fezleke, iddianame, tebligat, tutanak, hüküm, karar çıkar da...

“Sinyal” duymamıştım...

*

Demek ki Başbakan’ın kulakları farklı, “sinyal” nasıl oluyor, biz bilemeyiz...

“Bip” mi?..

“Düt” mü?..

“Dit” mi?..

Ya da; sen televizyon anteni misin birader?..

*

Gençler kendilerini ifade etmek için meydanlara toplanıp günlerce bağırdılar...

“Sinyal” almadı...

Pankartlara yazdılar, duvarlara çizdiler, afişler astılar...

Kulakları “sinyal” duymadı...

Yürüdüler, kendilerini yerden yere attılar...

Ağladılar...

“Sinyal” ulaşmadı...

Bu kez yumurta attılar...

“Sinyal” olsun diye...

Olmadı...

*

ÖSYM’deki rezaletle ilgili iki bin haber yayımlandı...

Yüzden fazla manşet...

Bin kadar yorum...

Yine de “sinyal” gitmedi...

Ama Başbakan gizli, saklı, bitmemiş soruşturmadan “sinyal” aldığını söyledi ve “sinyalin” içeriğini de açıkladı:

“Şifre var, kopya yok...”

*

Doğrusunu isterseniz “şifre var, ama kopya yok” demesi de zaten “sinyal” sorunu...

Demek ki akıldan mantığa sinyal gitmiyor...

Yoksa akıl mantığa “sinyal” göndermez mi:

“Şifre varsa kimin içindi?..”

*

Şifre olduğuna göre...

Demek ki bir de şifreyi yapan var...

Yoksa karakterleridir; şifreyi yapanları değil de kopya çekti diye çocukları yakalayıp hapse atmayı mı düşünüyordu sinyalci?..

*(atsr)

Ve...

Dün gece herkes uyuduğunda...

Geleceği kararmış, umutsuz ve çaresiz kaç liseli, ışığı kapatılmış odalarda gizli gizli ağladı kim bilir?..

Peki vicdan...

Biraz olsun ondan da mı “sinyal” almaz insan?..

Bekir Coşkun/Cumhuriyet
------
İzmir’in kavakları...Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil yazdıhttp://www.facebook.com/notes/y%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil-h%C3%BCrriyet/izmirin-kavaklar%C4%B1h%C3%BCrriyet-yazar%C4%B1-y%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil-yazd%C4%B1/185202281527181
--
Cumhuriyet ..musa kart çizdi
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=207827215915060&set=a.207827195915062.63356.186115531419562&type=1&theater

Dizel Vatandaş...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

Adı üzerinde; akaryakıt...
Akıyor çünkü...

Önceki gün itibarıyla 4.5 liraya dayandı benzin...

Arabalar avakado ile çalışsa daha ucuz...

Ya da portakal suyu ile gitseniz daha ehven...

Süt ile; dörtte bir fiyatına...

Saydım; 26 hıyara denk geliyor:

Benzinin pahalı oluşu...

*

Düşündünüz mü hiç; dünyanın en pahalı benzinini Türkler kullanıyor...

Niçin?..

*

Müstahak çünkü...

Böyle soluğu çıkmayan, sessiz, pısırık topluma, dünyanın en pahalı benzinini satmak belki de az bile...

Nasıl ki; çocuğunun geleceğini çalıyorlar, gıkı çıkmıyor...

Nasıl ki; ormanını, koruluğunu, deresini elinden alıyorlar, seyrediyor...

Nasıl ki; yaşadığı şehri yağmalıyorlar, bakıyor...

Nasıl ki; ulusal varlıklarının tümünü yabancı şirketlere sattılar, farkında değil...

Nasıl ki; demokrasi adı altında, aslında krallık ile yönetildiğini anlamıyor...

Nasıl ki; çağdaşlaşacağına giderek Arabistan’a benzediğine aldırmıyor...

Nasıl ki; dünyanın en bereketli toprakları üzerinde, ama 14 milyon aç var, tınmıyor...

Öyle işte...

Yeryüzünün en pahalı benzinine de sessiz...

*(atsr)

Vatandaş dizel çünkü...

Geç alıyor biraz...

*

Yeryüzünün en pahalı benzinini gıkı çıkmadan alıp da depo başına ev kirası kadar para veren insanların sessizliği, bu ülkenin umutsuzluğu aynı zamanda...

Buna kızmayan neye kızar?..

Ne yapılsa kızar?..

Daha beteri ne olabilir?..

*

Ya da tersi; hani Latin Amerikalılar gibi bir gün çorabını çıkartıp antene geçirse... Ya da üç-beş bin aracın benzini bir anda yollarda biterse... Olmadı, götürüp kontak anahtarlarını kendisini enayi yerine koyanın önüne atabilse vatandaş...

Belki demokrasi açısından da umuttur hani...

*

Yoksa...

Yoksa durmak yok, yola devam...

Ama yaya...

Bekir Coşkun/Cumhuriyet

Hodri ekran...Yılmaz ÖZDİLhttp://www.facebook.com/notes/y%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil-h%C3%BCrriyet/hodri-ekrany%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil/185427261504683
KIRINTILAR ..MUHALİF CİZGİLERhttp://www.facebook.com/pages/KIRINTILAR-karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562

Vazodaki Terlik...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı


Ben söylemiştim, İzmir’e yakışmazsın...
Hani vazodaki çiçeklerin arasına terlik sokmuş gibi...

*

Bu yüzden sevmiyorsun İzmir’i...

Kemeraltı esnafının, sabahları sulayıp süpürdüğü çarşıda toprak kokusunu çekip... Alsancak’ta eğlenip... Konak’ta zenginleşip... Göztepe’de kalabalıklaşıp... Kadifekale’de kavga edip... Kordon’da sarhoş... Karşıyaka’da âşık olamazsın çünkü...

*

“Denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokan şehirdir İzmir” diyorlar...

Kalamar...

Midye...

Rakı...

Eeee sen rakı bardağına benziyor diye TBMM’deki su bardaklarını değiştirdin ya ilk iş olarak badem...

*

İzmir’in trafo direklerine selam ver, alır...

El salla gelip geçen teknelere, faytonlara, otobüslere...

Banktaki senin gibidir, otur yanına...

Aç yüreğini...

Takıl...

Kadın, erkek fark etmez...

Hepsi insandır...

Ama sen, “Oval cisimlere bakmak haramdır” dedin...

O günden bu yanadır; araba çamurluğu, damacana, benzin bidonu, karpuz gördüğümde yüzüm kızarır...

Senin adına...

*

Sanayide olsun, finansta olsun, sermaye babalığında olsun, ticarette olsun, çok gelişmemesinin nedeni, İzmirlinin fazla paragöz, cambaz, cin, cingöz olmayışıdır aslında...

İzmir’in bir palmiye ağacı, bir fabrika bacasından daha değerlidir...

Yeşil parkları ise aynalı gökdelenlerden...

Bu yüzden zaten; kargoya verip de sana İzmir’in “ihalelerdeki kirli rüşvet kayıt defterini” göndermediler...

Yine de çöktün boğazına...

*

İzmir’i sevmiyorsun...

Çünkü İzmir Türkiye’nin yüz akıdır...

Sen ise yüz karası olursun ancak...

Ve kaçınılmazdır...

“Türkiye İzmir olacak...”

Bekir Coşkun/Cumhuriyet

-*işte günüm karikatürü
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=208324455865336&set=a.208324445865337.63554.186115531419562&type=1&theater

*
Nedim’e ne diim?..Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil yazdıhttp://www.facebook.com/notes/y%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil-h%C3%BCrriyet/nedime-ne-diimh%C3%BCrriyet-gazetesi-yazar%C4%B1-y%C4%B1lmaz-%C3%B6zdil-yazd%C4%B1/185634868150589


*Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarı
http://www.facebook.com/pages/Emin-%C3%87%C3%B6la%C5%9Fan-S%C3%B6zc%C3%BC-gazetesi-yazar%C4%B1/194723683891920

http://www.facebook.com/pages/KIRINTILAR-karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562

İzleyiciler