Önizleme

23 Haziran 2011 Perşembe

Çizmeden Yukarı...Musa Kart


ş


Sandığın İçindeki Mahkeme....Bekir Coşkun yazıları

23 Haziran 2011 Perşembe Bekir Coşkun yazıları

Bekir Coşkun-Cumhuriyet...


Özel mahkeme...

Çadır mahkeme’den sonra bu:

Sandık mahkeme...

*

Bu mahkeme de bir nevi seçim sandığı yerine geçiyor; milletvekili seçilen, seçildikten sonra seçilmemiş olabiliyor...

Sandıktan çıkıyor da mahkemeden çıkamıyor yani...

Seçilemeyen ise bakıyor ki seçilmiş...

YSK Başkanı Ali Em, merdivenlerden inerken kazanıp da seçilemeyenleri, ya da seçilip de kazanamayanları gerektiğinde medyaya açıklıyor...

Eee tereddüdü olan soruyordur YSK Başkanı Ali Em’e:

“Seçildim mi Ali Em’mi?..”

*

İşte; bağımsız Hatip Dicle’nin milletvekilliği... Seçildikten sonra, tam mazbatasını alacakken, baktı ki seçilmiş ama kazanamamış....

YSK kararı öyle...

Yerine; seçimde seçilemeyen AKP’li “Oya Hanım kardeşimiz” Meclis’e girecek...

Böylece BDP’lilerin oyları ile AKP’li seçilmiş olacak...

İyi mi?..

Sandıktaki mahkeme kararı ile...

*

BDP’linin suçu ise:

“Terör örgütünün propagandasını yapmak...”

*

Öyle demeyin...

Demek ki yeni duydu emmi?..

Taksim’de Atatürk’ün boynuna bile PKK bayrağı astılar da...

Ya da:

Terör örgütü Habur sınır kapısından PKK bayrakları ile girerken davul zurna ile karşılayanlar... Terör örgütünün elebaşısı ile ateşkes anlaşması yapanlar; 1 başbakan, 22 bakan, 325 milletvekili ile iktidar seçildiler de...

Bu “terör örgütünün propagandasını yapmaktan” düz milletvekili seçilemiyor...

*

Zaten bu yazı yazılırken de, sandıktan çıkan Mustafa Balbay’ın, Mehmet Haberal’ın, Engin Alan’ın, mahkemeden çıkıp çıkamayacaklarını oturmuş bekliyoruz.

Belki de seçildiler ama kazanamadılar?..

Belki kazandılar ama seçilemiyorlar?..

Ya da belki onlar “milletvekili” olduklarını sanıyorlar, belki mahkeme onları başka bir şey yapacak?..

*

Bu arada:

Meclis aritmetiği de değişiyor...

AKP çıkıyor; 330’a biraz daha yaklaştı?..

Sandığın içindeki mahkeme kararı ile...

Bekir Coşkun-Cumhuriyet

YOKSULA DESTEK REKLAMSIZ OLUR MU..Emin Çölaşan/sözcü...23/06/2011..

Emin Çölaşan/sözcü...23/06/2011..


Sevgili okuyucularım, AKP hükümeti belli konularda son derece uyanık çıktı! Bütün Türkiye ev ev, mahalle mahalle tarandı ve yoksul aileler tek tek bulundu. Bu ailelere özellikle bu partinin belediyeleri ve kaymakamlıklar tarafından ulaşıldı.            Dokuz yıl boyunca bazılarına gıda paketleri ve kömür, bazılarına para verildi. Son seçim öncesinde yardımlar acayip arttı, hız kazandı.
            Devletin Kömür İşletmeleri Kurumu, beleş verdiği onbinlerce ton kömürün parasını hükümetten alamadı ve batma aşamasına geldi.
            Gıda paketlerinin durumu çoğunlukla bir felaketti! Piyasadan toplanan ve çoğu son kullanma tarihi geçmiş tapon gıdalar paketlenip ailelere veriliyordu.
            Nohut, makarna, pirinç, salça, aklınıza ne gelirse dağıtıldı...Ve yardım alanlardan her seferinde küçük (!) bir istekte bulunuldu:
            “Bu iyiliğimizi unutmayın. Biz iktidar olduğumuz sürece bu yardımlar devam edecek. Ancak biz düşersek, bizden sonra gelecek hükümetler size bir kuruş bile vermeyecek!”
            Yoksullara yardım iyi bir şeydir. Ama “Allah rızası için” yapılırsa.
            Yüzyıllar önce Fatih Sultan Mehmet yoksullara yardım verdirirdi. Ama bunun koşulunu kendi vasiyetine de koymuştu. Bugünkü dile çevrilince aynen şöyle:     
“Ayrıca külliyemde inşa eylediğim imarethaneden (fakirler için ücretsiz yemek pişirilip dağıtılan yerden)  şehitlerin karıları ve fukara yemek yiyeler.
Ancak yemek yemeye ve almaya kendileri gelmeyüp, yemekleri güneşin loş bir karanlığında ve hiç kimse görmeden kapalı kaplar içerisinde evlerine götürüle…”
İşte, gerçek Müslümanlık bu. Yardım edeceksin ama senin yardımını bir Allah bilecek, bir de yardım ettiğin kişi. Bazen o da bilmeyecek.  
Bu yardımdan yola çıkıp din sömürüsü, din ticareti yapmayacaksın.
Verdiğin yardımı seçimde oy sömürüsü aracı olarak asla kullanmayacaksın. O yardımı sen kendi kesenden değil, devletin ve milletin parasından yapıyorsun.
Fakir fukarayı kuyruklarda yardım paketleri için birbirini ezerken ekranlarda yayınlatıp onları küçük düşürmeyeceksin.
Allah’tan korkacak, kuldan utanacaksın.
Eğer içinde Müslümanlık, Allah korkusu kaldıysa!
                  X                                       X                                     X
            Fatih’ten bu yana 500 yıldan fazla zaman geçti ve günün birinde Türkiye’de bir iktidar piyasaya çıktı. Yardımlar bütün herkesin gözleri önünde, büyük tantanalarla dağıtıldı…
            Üstelik karşılığında oy istendi.
            Son seçimde AKP yeniden iktidar olmayı başardı. Hiç kuşkunuz olmasın, bu olayda dağıtılan bu yardımların çok, ama çok büyük payı var.
            Yoksulluk sömürüsü yapıp iktidar olanlar, ortalıkta fazla görünmeden krallar gibi yaşıyorlar. Para onların, güç, her şey onların. Fakir fukarayı işsiz bırakıp namerde muhtaç eden yine onlar.
Fakat gelin görün ki, yüzde 50 oy alarak yine kazanıyorlar.
            Böyle bir çelişki ancak Türkiye’de, bizim gibi bir ülkede olabilir.
            İnsanlarımız öyle bir duruma düşürülmüş ki, “Ulan sen beni işsiz bıraktın, sen beni taşeron işçi yapıp bütün haklarımı elimden aldın” demek yerine “Allah razı olsun, bana yardım veriyorlar” diyor!
            İşte size Isparta’da MHP’li belediyenin cadde ve sokaklara seçim öncesinde ve sonrasında astırdığı afişlerden birinin fotoğrafı. Bir okuyucum göndermiş. Üzerindeki yazıya bakınız:
            “Yoksulumuza desteği reklam yapmadan verdik.”
            Peki bu nedir?
            İyi ki reklam vermeden yapmışlar!..Eğer bu afiş reklam değilse!..
            Isparta’daki bu afiş, acı bir Türkiye gerçeğinin en somut göstergesidir.

--------------------------------------------------------------------------
**Karikatürler - Muhalif CIZGILER
https://www.facebook.com/pages/Karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562

AFERİN SANA BAY MİLLETVEKİLİ.. Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarı

23 Haziran 2011 Perşembe,
         
  CHP 34 yıl aradan sonra Bolu’dan bir milletvekili çıkarmayı başarmış. Kutlarım, başarılar dilerim!            Milletvekili seçilen Tanju Özcan, medyaya yansıyan haberlere göre ziyaretlerini yapmaya başlamış. İlk ziyaretini ise AKP Bolu İl Başkanlığına yapmış.
            Bay Özcan’ı burada AKP’liler karşılamış, sarılıp öpüşmüşler. Orada şöyle demiş:
            “Vatandaşlar bize birlikte çalışın mesajı verdi. AKP milletvekilleri ile birlikte elimden geleni yapacağım. Şimdi bir de helalleşmek lazım. Bir milletvekili olarak ilk ziyaretimi size yapıyorum ve bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Hakkınızı helal edin.”
            Sarılıp öpüşmek, helalleşmek çok güzel bir şeydir de, ilk ziyaretin oraya yapılmış olması çok anlamlıdır! CHP’nin listeye koyup aday gösterdiği bazı şahısların AKP ile böylesine içli dışlı olması muhteşem!
            Konya başta olmak üzere bu yakınlaşmayı seçim öncesinde epey yerde gördük. Bazı CHP adayları ve il başkanları, illerine gelen AKP’li bakanların yanında dolanıp onlara övgüler düzmeye utanmıyordu. Onların bazısı seçildi, bazısı ise neyse ki seçilemedi.
            Ben bu CHP milletvekillerinin az da olsa bir bölümünden kuşku duyduğumu itiraf edeyim. Bunların yakın gelecekte AKP ile işbirliğine girmesinden, hatta anayasa değişikliğine olumlu oy vermesinden endişe ediyorum.
            Medyada bundan birkaç gün önce hayali kulis iddiaları yer buldu. Bu iddia çok tartışıldı:
            “Sağ kesimden gelip CHP’den seçilen Mehmet Haberal, Sinan Aygün ve Aytun Çıray partiye uyum sağlayamaz, bir süre sonra CHP’den ayrılırlar…”
            Ötekilerin çoğunu bilmem de, ben bu üç ismi de yakından tanıyorum. Üçü de benim dostlarımdır…
            Ve onlar bırakın partilerine ihanet etmeyi, CHP’nin en sağlam, en güvenilir milletvekilleri olacaklardır.

            Atılan çamur, onlara sataşanların yüzüne bulaşacaktır.        


****Karikatürler - Muhalif CIZGILER***
https://www.facebook.com/pages/Karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562

21 Haziran 2011 Salı

muhalif çizgiler ,,karikatürler






Demokrasinin Sakarlığı...Bekri Çoşkun-Cumhuriyet...

12 Haziran akşamı AKP kazandı...

Ama haftaya TBMM toplandığı gün kaybetmiş olacak...

*

Eksilen 15 milletvekiliyle birlikte:

- Tek başına anayasayı yapma olanağını...

- Referanduma gitme çoğunluğunu...

- Tayyip Erdoğan’ı yukarı taşıma hayalini...

Tümünü kaybetti...

*

Oy dediğiniz, milletvekili sayısı için lazım...

Normal bir demokraside çok oy alanın milletvekili sayısının artması gerekmez mi?..

Burada azaldı...

Ne yapacaksınız, değişik bir şey...

Oylar artarken milletvekili sayısı düşebiliyor...

Güzel yani...

*

Tabii ki iktidar ve yalakaları bunu demokrasiye uygun görmüyorlar...

Nohut verip oy almak uygundu... Milletin bir kişiye oy verip de 550 milletvekilini seçmesi de rahatsız etmedi... Ya da yürütmenin, yasamanın, yargının bir tek kişinin dudakları arasına sıkıştırılması canlarını sıkmadı...

Diyelim ki her ağzını açanın başına bir felaket gelmesini de demokrasiye aykırı bulmadılar...

Ne yapacaksınız?..

Bu kez böyle oldu; oylar arttı, milletvekili sayısı azaldı...

*

Böyle demokraside normaldir aslında...

Ve demokrasimizin bu sakarlığı sürerse, bakarsınız bir genel seçimde Meksikalılara başbakan seçmiş Türkler...

*

İşte:

Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı süresinin ne kadar olduğunu, ne zaman sürenin biteceğini bilen var mı?..

Yok...

Cumhurbaşkanı görev süresini kendisi biliyor mu?..

Bilmiyor...

Niçin?..

Çünkü Tayyip Erdoğan’ın, kafasına göre yapacağı bir anayasa ile yetkilerini de arttırıp Çankaya’ya çıkıp oturma planı vardı ve Cumhurbaşkanı’nın görev süresini kendine göre ayarlayacaktı...

Uygun uzunlukta...

Ya da lastikli yapılırdı, uzat kısalt, uzat kısalt...

Ama oy artarken milletvekili sayısı azalınca plan tutmadı...

Yattı...

*

Sakar demokrasinin marifetidir...

Güzel bir şey...

Bekri Çoşkun-Cumhuriyet

BEN OYUMU CHP’YE VERMİŞTİM DE!...Emin Çölaşan Sözcü gazetesi

Sevgili okuyucularım, seçimden sonra henüz iki gün geçmişti…Ve CHP’de kavga dövüş derhal başladı. Birbirlerine girdiler. Şimdi kurultay istiyorlar.
            15 haziran Çarşamba günkü yazımın başlığı “CHP’nin Hırgürü” idi…Ve seçimden sadece iki gün sonra o yazıyı yazmak zorunda kalmıştım…Çünkü Baykal ve ekibi devreye girmiş, hırgür derhal başlatılmıştı.
            Baykal seçimden hemen sonra konuşmaya başladı:
            “Partimiz başarısız olmuştur.”
            Ben de o yazımda Baykal’a hitaben aynen şöyle demiştim:
            “Beyefendi, partinizin Antalya birinci sıra adayı idiniz. Haftalar boyunca Antalya’da seçim çalışması yaptınız. İyi de, 2009 yerel seçimlerinde Antalya Büyükşehir Belediyesi AKP’den CHP’ye geçmişti. Bu son seçimde ise Antalya’da bile AKP’nin gerisinde kaldınız ve ikinci parti oldunuz. Bu oluşumda acaba sizin herhangi bir kişisel sorumluluğunuz, başarısızlığınız var mıdır, yok mudur? Birileri kalkıp Antalya’daki başarısızlığın ardında sizi gösterse ne dersiniz?”
            Burada bir ekleme daha yapayım. Antalya’nın aday listesini bizzat Baykal düzenlemişti!
                                X                                   X                                   X
            Ben vatandaş olarak oyumu her seçimde CHP’ye vermiş biriyim. Ben oyumu o partinin başında veya aday listelerinde falanca kişi veya filanca kişi var diye asla vermedim. Benim oyum Mustafa Kemal Atatürk’ün partisine idi.
            Bu ülkeyi yoktan var edenlerin, Cumhuriyeti kuranların, devrimleri tek tek yapanların, bu ülkeye demokrasi getirip iktidarı seçimle teslim edenlerin partisine verilmişti.
            Taa o zamanlar ülkemizi karanlıktan kurtardığına inandığım altı ok ilkelerine verdim ben oylarımı.
            Halkçılık, devletçilik, laiklik, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, devrimcilik…
            Genel başkanın, parti yönetimlerinin, milletvekillerinin kim oldukları benim açımdan hiç önemli değildi. Hele bu son yıllarda partinin başında Baykal varmış, sonra Kılıçdaroğlu gelmiş, benim için hiçbir zaman fark etmedi.
 O ilkelere yeterince sahip çıkmayan, ama çıkacağını varsaydığım partiye gitti benim oylarım.
            Şimdi anlıyorum ki, benim gibi milyonlarca insanımız da bu seçimde de CHP’ye oy verirken şöyle demişiz!
            “Haydi aslanlarım, sonuç ne olursa olsun, en kısa zamanda birbirinize girin! Kavgaya derhal, hiç gecikmeden başlayın!”
            CHP’nin iktidar olmasını bekleyen hiç kimse zaten yoktu. Belki iyi niyetle hayal kuranlar, “Ah bir mucize gerçekleşse” diye düşünenler vardı ama bu düşünce akla mantığa sığan bir şey değildi.
            CHP yine de yüzde 26 oy aldı.
            Başarı değildir ama hezimet te değildir.
            Acaba işin başında Baykal ve ekibi olsaydı ne yaparlardı? İktidar mı olurlardı, oylarını yüzde 30’a mı çıkarırlardı?
            Varsayalım yüzde 30 olmuştu, değişen ne olurdu? CHP iktidara mı gelirdi?
                                X                                     X                                     X
            CHP’nin karşısında bir iktidar partisi var. Dikkat ediniz, o parti seçim öncesinde bazı bakanlarını liste dışı bıraktı. Pek çok milletvekilini de listeye koymadı. Onlar artık Meclis’te yok.
            Peki bu süreçte bunlardan biri olsun ağzını açıp bir tek kelime söyledi mi? Kendisine oyun oynandığını, haksızlık edildiğini söyleyen, parti yönetimini bu açılardan eleştiren bir tek Allah kulu çıktı mı?
            Belki diyeceksiniz ki “O partide söz söyleme özgürlüğü yok, tek şahıs yönetimi var. Hepsi birbirinin açığını biliyor. Hepsi Tayyip’in ağzına bakıyor. O yüzden konuşamazlar…”
            Doğrudur…Çünkü her birinin kişisel çıkarları bunu gerektirmektedir. Onları milletvekili, bakan yapan tek başına Tayyip’tir. Zamanı gelince her birinin son kullanma tarihini belirleyen de tek başına aynı şahıstır.
            İlkesi şudur:
            “Suyunu sık, zamanı gelince posasını at!..Onları belli yerlere ben getirdim, götürme hakkı da benimdir ve kimse bir şey söyleyemez.”
            Tayyip’in partide yarattığı korku ve sıkıyönetim, demokrasi açısındanen kötü bir örnektir. Şimdi bu şahıs hükümeti ve parti yönetimini belirleyecek.
            Göreceksiniz, yine en ufak bir çatlak ses çıkmayacak.
            Peki CHP’deki “Çok seslilik” ve her kafadan bir ses çıkması daha mı iyidir? Bizde eskilerin bir deyimi vardır:
            İfratla tefrit. (Aşırılık-tersine aşırılık.)
            AKP ile CHP işte budur. İlkinde korku dağları bürümüş, tık yok. İkincisinde ise her kafadan ayrı ses çıkıyor.
                                X                                     X                                   X
            Varsayalım mucize gerçekleşmiş ve CHP iktidar olmuştu…Kılıçdaroğlu bakanları belirleyecekti. İlk kıyamet daha liste hazırlanırken kopardı…
            Sonra muhalefet görevini yine CHP hizipleri üstlenir, kendi bakanlarını yıpratma yarışına aynı kimseler girerdi.
            Neyse ki ortada iktidar miktidar yok!
            Muhalefette kaldılar ama neredeyse kan gövdeyi götürmeye başladı:
            “Derhal kurultaya gidilsin!..”
            “Ne yapılacak kurultayda?..”
            “Yeniden genel başkan seçelim!..”
            “Olmaz, onun zamanı henüz gelmedi. Kurultay için imza toplayalım ama Parti Meclisi için toplayalım, Kılıçdaroğlu’nun oradan vuralım!..”
            Aralarında yapılan bir görüşme, bir çay-kahve içme yok. Her şey medya üzerinde yapılıyor.
            Seçim öncesinde hiçkimse, örneğin Deniz Baykal, kamuoyuna şöyle bir çağrıda bulunmadı:
            “Ey CHP’ye oy verecek seçmenler…Eğer biz iktidar olamazsak, ya da yüzde şu kadar oy alamazsak, parti içi mücadeleyi derhal başlatmaya, kurultay çağrıları yapmaya kararlıyız. Haberiniz ola!..”
            Bunu söylemiş olsalardı onlara saygı duyar ve şimdi yanlarında yer alırdım.
                                X                                     X                                       X
            Yanlış anlamaları önlemek için burada bir konuya bir kez daha açıklık getirmek istiyorum.
            Bunları Kılıçdaroğlu’nu savunmak için yazmıyorum. Onun iyi niyetinden hiç kuşkum yok. Ama yanlışlarını, eksiklerini de görüyor ve yazıyorum. Ağzına Atatürk’ün adını hemen hiç almayan, aynen Tayyip gibi “Türk” sözcüğünü kullanmaktan hoşlanmayan, Hakkari mitinginde birkaç oy uğruna “Güneydoğu’ya özerklikten” dem vuran, Tayyip’in istediği anayasa değişikliği konusunda “Kapımız kendisine her zaman açıktır” diyebilen bir Kılıçdaroğlu’nu savunmam mümkün değil.
            Ancak ona bir “Süre” tanınması gerektiğine inanıyorum.
            Seçim öncesindeki söz ve davranışlarından belki vazgeçebilir diye düşünüyorum.
            Parti içi demokrasi, genel başkanı özgürce eleştirmek iyidir hoştur da, CHP’nin meşhur hizip kavgalarının seçimden hemen sonra hortlatılması yakışıksızdır. Buna Deniz Baykal’ın öncülük etmesi daha da yakışıksızdır.
            Karşılarında, mücadele edilmesi gereken bir iktidar var. Karşılarında ülkemizin yüzlerce önemli sorunu, yolsuzluklar, hatta Türkiye’nin bölünüp parçalanması ve bu amaçla tezgahlanacak olan anayasa değişikliği var.
            Sen bunları bırak bir yana, yine hizip kavgaları başlat!
            Sen yanlış hedef seç, mermilerini iktidara değil kendi partine sıkmaya başla!
            Biz, yani seçmenlerin yüzde 26’sı, herhalde oylarımızı CHP’ye bu amaçla vermişiz!


bidolutv

İMRALI’DAN YÖNETİLEN ÜLKE..Emin Çölaşan Sözcü gazetesi

20 Haziran 2011 Pazartesi, .
Sevgili okuyucularım, Türkiye’de bizim yaşadıklarımızı dünyanın hiçbir ülkesi yaşayamaz. Mümkün değildir. Şimdi çevremize biraz ayrıntılı bakalım.            Dünyanın hemen her ülkesinde terör suçundan yakalanmış kimseler var. Yargılamaları bitmiş olsun veya olmasın, bunlar cezaevlerinde yatıyor. Avukatları onları mahkemede savunuyor, medya kuruluşları onların yargı aşamasını haber yapıyor.
            Dünya çapındaki teröristler arasında kuşkusuz en önemlisi, İmralı’da krallar gibi ağırlanmakta olan Abdullah Öcalan.
            Onun gibisi dünyada yok!
            Kurduğu ve başında olduğu örgüt terör olaylarına 1984 yılında başladı. Apo yakalandığında aradan tam 15 yıl geçmişti. Bu yılların Türkiye açısından bilançosu korkunç.
            Şehit düşen yaklaşık yedi bin asker ve polisimiz, teröristler dahil öldürülen yaklaşık 33 bin insanımız.
            Boşaltılan, yakılıp yıkılan köyler…Kentlere çaresizce göç etmek zorunda kalan yüzbinlerce insan…
            Ve Türkiye’nin terörle mücadele için harcamak zorunda kaldığı yüz milyarlarca dolar para.
            İnsanların refahı için yatırıma gitmesi gerekirken helikopter, silah, mermi alımına harcanan korkunç kaynaklar.
            PKK terörü, Türkiye’nin maddi ve manevi alanda yıkımı oldu.
                            X                                           X                                       X
            Bu işlerin elebaşı olan adam yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde 1999 yılı idi. İmralı’da yargılandı, müebbet hapis cezası aldı. Orada çok sıkı koşullar altında tutuluyordu.
            Ne zaman ki 2002 yılında AKP iktidar oldu, Öcalan rahatladı.
            Tayyip son seçimler öncesinde bir inci daha yumurtladı!
            “Ben o sırada hükümette olsaydım onu idam ederdim” dedi!
            Ağzından çıkan bazı sözleri ya kulağı duymuyor, ya da bunları siyasi amaçla söyleyip milletimizi kandırmaya kalkışıyor. Örneğin bu sözü partisinin Diyarbakır mitinginde söylediğini düşünün! Kıyamet kopar, Tayyip miting alanından son anda kaçırılırdı.
            AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında İmralı’nın koşulları değiştirildi. Abdullah Öcalan, bu iktidar tarafından artık “Pazarlık unsuru” olarak görülmeye başlandı.
            “Biz terörle baş edemiyoruz. O halde bu adamla pazarlık masasına oturup onu ikna edelim. O da örgütü ayarlasın, terörü bitirsin!”
            Onların kafasına göre hadise bu kadar basitti! Ama kaçın kurası Abdullah bunu yemedi. Oraya, İmralı’ya ayağına gönderilen devlet yetkilileriyle pazarlık masasına oturdu ama hep ağırdan aldı.
            Onu daha da mutlu kılmak için yanına “Arkadaşlar” getirildi. Çeşitli cezaevlerinde yatmakta olan terörist arkadaşlarını bizzat Abdullah seçti, isimlerini idareye verdi. Hep birlikte getirildiler, İmralı’da dostluk ve arkadaşlık günleri başladı!
            Okuma salonları kuruldu, masa tenisi oynamalarına izin verildi. Günün belli saatlerinde arkadaşlarıyla oluyor. Açık hava bol gıda!
            İmralı cezaevinde (!) bu güzel günler yaşanırken, PKK ile karargahlarda ve dağ başlarında yıllar boyu bire bir mücadele eden, yanıbaşlarında nice arkadaşları şehit düşen komutanlar ise şu anda Hasdal ve Silivri cezaevlerinde yatıyor.
            Onların Abdullah gibi özel odaları yok. Özellikle Silivri’de arkadaşları ile bir araya gelmeleri, masa tenisi ve tavla oynamaları, okuma odalarında zaman geçirmeleri asla söz konusu değil!
            Türkiye’nin başına bela olmuş bir adam İmralı’da krallar gibi ağırlanıyor. Dahası, onun ayağına devletin yetkilileri gönderilip pazarlık yapılıyor:
            “Aman Abdullah Bey, sayın Abdullah Bey, örgüte söyleyin de terör eylemlerine son versin! Biz de karşılığında şunları yapmaya hazırız…”
            O ve örgütüyle vuruşanlar ise içeride, tutuklu!
                                 X                                        X                                      X
            Bizim Abdullah uyanık. Devlet yetkilileri ile pazarlığını amansızca sürdürüyor. İstekleri bir türlü bitmiyor. Ağırdan alıyor, kendini naza çekiyor.
            Abdullah’ın elinde çok büyük bir koz var. Avukatları ortalama haftada bir kez gelip kendisini İmralı’da ziyaret ediyorlar. Peki bu nasıl oluyor?
            Bu adamın Türkiye’de herhangi bir mahkemede görülmekte olan bir davası mı var?
            Yok!
            Avukatları onunla savunma hazırlamak için mi bir araya geliyor?
            Hayır!
            Peki böyle bir hak Türkiye’de başka davası kalmamış olan onbinlerce hükümlüye de veriliyor mu? Onların avukatları da sık sık gelip müvekkilleriyle cezaevlerinde görüşebiliyor mu? Dahası, onların siyasi ve diğer konularda bir mesajı olduğu takdirde bunu kamuoyuna açıklamaları mümkün mü? Hele onlar bir terör örgütü, mafya vesaire lideri iseler, örgüte yönelik mesajlarını avukatları aracılığı ile duyurmalarına izin verilir mi?
            Kesinlikle hayır!..Ve olması gereken de budur.
            Bizim Abdullah, Türkiye’de cezaevlerinde yatmakta olan 100 bin’den fazla insan içerisinde hiç kuşkusuz “En torpilli” olanı…
AKP hükümeti ona canı gibi bakıyor, kılına zarar gelmemesi için her türlü önlemi alıyor, moral açısından da onu en üst düzeyde tutmak için çaba harcıyor.
            Düşünün ki adamın emrinde nöbetçi uzman doktorlar var!
                                X                                       X                                       X
            Avukatları, önceki gün Abdullah’ı İmralı’da yine ziyaret ettiler. Bu görüşmelerde hukuki sorunlar falan yok, çünkü Abdullah’ın devam eden herhangi bir davası yok. O halde ne var?
            Onun Türk ve dünya kamuoyuna, ama özellikle de Kürtçü kesim ve örgüte ileteceği mesajları var!
            Avukatlar İmralı’dan dönüyor ve Abdullah’ın o gün verdiği mesajlar anında örgütün internet sitelerine yine avukatlar aracılığı ile iletiliyor.
            Burada avukatlar görevi kötüye kullanıyor ve açıkça suç işliyor ama Türk hukuk sistemi, savcılar ve mahkemeler bu olanları görmezden geliyor. Belki bazı davalar açılmıştır da, ben bugüne kadar bu açık suç nedeniyle sonuçlanan bir dava, mahkum olan herhangi bir avukat duymadım.
            Avukatları aracılığı ile yaptığı son açıklamada bakın neler diyor:
            “Hatip Dicle’nin mutlaka bırakılması ve Meclis’e girmesi gerekiyor. Bırakılmaması büyük siyasi riskler taşır. (İsyan çıkar.)
            Meclis derhal toplanmalı ve benim çözüm konusundaki rolümü oynayabilmem için bana bir çağrı yapmalı. Meclis bu çağrıyı yaparsa ben de silahlı güçlerin (PKK’nın) çatışmasız bölgelere çekilmesi konusunda elimden geleni yaparım. Rolümü oynamam için Meclis’in benim önümü açması gerekir. Ben olmadan gerillanın (teröristlerin) bulunduğu mevzilerden kıpırdaması ve belli bir yerde toplanması mümkün değildir. Anayasal çözüme ulaşmak için gerillaya ulaşmalıyım.”
            İmralı’da olanlar, İmralı’da yaşananlar, avukatlar aracılığı ile dünyaya duyurulan bu mesajlar, Türkiye Cumhuriyeti açısından utanç verici hususlardır.
            Bir iktidar, bir hükümet düşünün ki, terör yeniden başlamasın diye örgütün başıyla resmen pazarlık yapmakta, ona yalvarıp yakarmaktadır.
            İşte bu şımarıklık nedeniyle adam iyice küstahlaşmış, Meclis’e çağrı bile yapabilmektedir!
            Biz bir yanda da çelişkiler ülkesiyiz! Milletimizin son seçimde AKP’ye oy veren yarısı, acaba bu gerçekleri bilmiyor muydu? Türkiye’de olanlardan bu kadar mı habersizdi bu yüzde 50’lik kesim?
            Yanıbaşlarında binlerce şehit mezarı var. Evlatlarını, kardeşlerini, eşlerini, yakınlarını toprağa veren bu insanlar acaba bu gerçekleri bilmiyor muydu?
            Ya da diyorlar ki “Bu hükümet kalsın da, isterse Abdullah Öcalan’ı bile serbest bıraksın!”…
            Tercih onların, o “Bilinçli (!)” kesiminmiş.
Bir ülkede yaşayan insanların yarısı bu gerçeklerin farkında değilse, oyunu aldığı yardımların karşılığında kullanıyorsa, vay bizim halimize, vay Türkiye Cumhuriyeti’nin  geleceğine!
  


bidolutv

KANAL ANKARA!..Emin Çölaşan-sözcü

Sevgili okuyucularım, önceki gün Ankara’da şiddetli bir yağış oldu…Ve her zamanki gibi her yer tıkandı, taştı. İ. Melih belediyesi tarafından trilyonlar harcanarak yaptırılan altgeçitlerin görüntülerini dünizlediniz!Kentin göbeğinde bulunan bu altgeçitler tepelerine kadar suyla dolmuş, böylece Ankara’ya deniz gelmiş gibi olmuştu!
Çılgın proje kanal İstanbul, kanal Ankara olarak hizmete girmişti!
Görüntüler inanılır gibi değildi…
Dahası, denizin içinde kalan araçları kurtarmak için balıkadamlar devreye girmişti. Ankara’da doğdum, büyüdüm ve bu kentte yaşıyorum. Ankara’da balıkadamlar olduğunu vallahi billahi bilmezdim.
Bu kenti tam 17 yıldan bu yana İ. Melih yönetiyor. Demek ki altgeçitleri yapmış ama bunların altyapısı sıfır. Mazgalları çalışmıyor, bunlar her yağmurda taşıyor. Önceki gün ise taşmak bir yana, tepeye kadar su doldu!
Karşılaştığımız manzara tam bir rezaletti.
Bir keresinde yine taşkın olmuş ve her olaya bahane bulan İ. Melih konuşmuştu:
“Sabotaj var! Su bassın diye mazgalların altını tahta ve kerestelerle, inşaat artıklarıyla doldurmuşlar!”
Türkiye’nin başkentine göstermelik bir cila sürüldü. Ancak tırnakla bile kazıdığınızda, o cilanın altından neler çıkıyor neler!..

                     ADALET BAKANLIĞI AÇIKLAMASI
Dünkü yazım üzerine Adalet Bakanlığı tarafından gönderilen açıklamayı özetliyorum:
“Habur’dan (2009 yılında) giriş yapan terör örgütü üyeleri için Adalet Bakanlığı tarafından mahkemeye ‘Kısaca sorgulayıp hepsini bırakın’ diye emir verilmemiştir. Yargı bağımsızdır, Adalet Bakanlığı yargıya karışmaz.
Adalet Bakanlığı Müsteşarı İstanbul Four Seasons otelinde kalırken, sadece İstanbul Başsavcıvekili ile teknik konularla ilgili görüşmüştür. Tutuklamaları yapacak hakimle görüşmesi olmamıştır.
Milletvekili seçilen tutukluların tahliye edilip edilmeyeceğine bağımsız mahkemeler karar verecektir. Kararın Adalet Bakanlığı tarafından verileceği yönündeki iddia tamamen dayanaktan yoksun bir varsayımdan ibarettir.”

bidolutv

TATİL HABERİNE YASAK!..Emin Çölaşan - sözcü..

19 Haziran 2011 Pazar,




Bu ülkede nice cumhurbaşkanları, nice başbakanlar tatile çıktı. Medyanın genel kuralıdır. Her olay gibi bunların tatili de izlenir. Kaldıkları yerden dışarı çıktıkları anda peşlerine kameralar, muhabirler takılır ve haber yapılır.            Şimdiye kadar böyle idi!
            Tatilcilerin başında rahmetli Turgut Özal gelirdi. Medyanın kendisini izlemesine hoşgörüyle bakar, ses çıkarmazdı. O kadar ki, denize giren Semranım’ın mayolu fotoğrafları bile boy boy yayınlanır, hiç kimse medyayı tehdit etmezdi.
            Demirel tatile çıkmazdı. Çok uzun yıllar önce bir gazetede sadece bir kez mayo ile fotoğrafı yayınlanmış, göğüsleri ise siyah bantla kapatılıp sansür edilmişti!
            Muhteşem bir espri idi, Demirel dahil herkes gülmüştü.
            Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, rahmetli Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan gibi parti başkanları pek tatil yapmazdı.
            Ancak bir kez Çiller’in boş havuzun içinde yatıp güneşlenirken yukarıdan bir yerden, belki bir apartmanın üst katlarından mayolu resmi çekilmiş ve bir gazetede yayınlanmıştı.
            Gizlice çekilen resim epey olay yaratmıştı.
            Ancak bu liderlerin hiçbiri medya kuruluşlarına önceden haber gönderip “Tatile çıkıyorum, beni izlemeyeceksiniz. Yoksa kötü olur, patronlarınız zorda kalır” demeyi akıl etmemişlerdi.
                            X                                     X                                    X
            Haber kanalları ve gazetelerde hemen her sabah temsilcilerle muhabirlerin katıldığı bir haber toplantısı yapılır. Bu toplantıda o günün gündemi konuşulur, hangi muhabirin nereye gideceği, hangi haberi nasıl izleyeceği karara bağlanır.
            Temsilciler ve yöneticiler, muhabirleri yönlendirir.
            Toplantı bitince herkes o günkü görevinin başına gider.
            Birkaç günden beri bu haber toplantılarında görüşülen bir konu vardı. Hemen hepsinde şöyle konuşmalar oldu:
            -“Sayın başbakanımız tatilde. Acaba onu hangi arkadaşımız izleyecek?”
            -“Sayın başbakanımız izlenmeyecek. Onu rahat bırakacağız…”
            -“Ama başkaları izlerse haberi atlamış oluruz…”
            -Kardeşim emir yukarıdan geldi. İzlenmeyecek diyorum. Biz de izlemeyeceğiz.”
            Bazı dik kafalı, meraklı, hatta haddini bilmez (!) muhabirler meslek aşkıyla sormaya devam ettiler. Aynen şu konuşmalar geçti:
            -“Bu emri veren bizim patron mu, yoksa Başbakanlık mı?..”
            -“Yaaa senin ne üstüne vazife be kardeşim! İzlenmeyecek diyorsak izlenmeyecek. Emir patrondan gelse ne fark eder, Başbakanlıktan gelse ne fark eder. Sen işine bak…”
                               X                                     X                                      X
            Seçim gezilerinde yorulan Tayyip iki gün önce ailesiyle birlikte tatile çıktı. Bodrum’a gitmiş olduğunu dün sadece bir tek gazete yazıyordu.
            Öteki gazetelerde onun tatile çıktığına ilişkin bir haber yoktu.
            Şimdi düşünün, seçim bitmiş ve o ülkenin başbakanı tatile çıkıyor. Bu, izlenmesi gereken bir haberdir.
            Altında beyaz plaka takılmış kırmızı plakalı devlet araçları, Mercedes ve Audi’ler, yanında yine bir koruma ordusu, valiler, kaymakamlar, emrinde gezi tekneleri…
            Böyle durumlarda medya kuruluşları tatil yerine özel muhabirler gönderip izleme yaparlar. Orada ne yapıyor, kimlerle konuştu, nerelere çıktı, denize girdi mi...
            Şimdi ise yasak!
            Dün mutlaka Cuma namazı için camiye gider diyorlardı. Camide izlemek serbest!..Kameralar da bulunur, fotoğraf da çekilir!..Hatta muhabirlere ayaküstü bir şeyler de söylemiş olabilir. Birkaç kamera otelin dış kapısında beklemiş ama beyefendi otelden çıkmamış. Dün saat 16 itibariyle tatil haberi bu kadarcıktı ve sadece iki haber sitesinde vardı!
            Evet, bundan ötesi o istemedikçe yasak!
            Peki bu yasak kararını kim aldı? Tayyip’ten Allah gibi korkan para babası medya patronları mı?..Ya da Tayyip mi onlardan öyle istedi?
Bilemiyorum. Her ikisi de olabilir.
            Her iki şıkta da önemli olan, bu dönemde basın üzerinde kurulmuş olan baskıdır. Basına yasaklar getirilmiştir. Belli konularda haber yapma hakkı elinden alınmıştır.
                              X                                         X                                       X
            İktidar yandaşlarını kastetmiyorum, onların açık yandaşı olmadığını iddia eden öteki gazete ve televizyon kanallarına bakın. Muhabir arkadaşlarımız artık özel haber yazamaz duruma getirildiler. Pek çok bomba gibi, ses getirecek haber, yolsuzluk haberleri, “Aman sayın başbakanımızı kızdırmayalım” diye, medyayı yönetenler tarafından kullanılmıyor ve çöp tenekesine atılıyor.
            O zaman muhabir haklı olarak tembelleşiyor, yakaladığı ilginç haberleri “Bunu nasılsa kullanmazlar, niye zamanımı harcamış olayım” diye yazmıyor.
            Sözünü ettiğim bu medya kepazeliğinin ve korkaklığının istisnaları elbette var!
            “Kılıçdaroğlu bana dedi ki…Bahçeli ile konuştum…Sayın başbakanımız buyurdular ki…Trafik kazasında beş kişi öldü…Dün üç cinayet işlendi…Dolar düştü borsa yükseldi…Havalar soğuyacak…Meclis’te şu oldu…”
            Ekranlarda ve sayfalarda, bizim gazetecilik dilinde rutin dediğimiz bu haberler dışında haber görmeniz çok zordur.
            Biz Sözcü olarak işte bu zinciri kırdık. Emirler bize ulaşamıyor. Özgür gazetecilik yapabiliyoruz. O yüzden yükseldikçe yükseliyoruz.
            Evet, cumhurbaşkanlarının, başbakanların tatile çıkması önemli olaydır ve gazeteciler tarafından izlenir.
            Bir Türk medyası düşünün ki, şimdi bu konuda bile üzerine yasak gelmiştir!
Pes!

https://www.facebook.com/note.php?created&&note_id=227559913938043&id=148269981894650

bidolutv

10 Haziran 2011 Cuma

Mardinwood...Yılmaz Özdil..hurrıyet

10 Haziran 2011 Cuma, Yılmaz Özdil Hürriyet



“Amerika’da Hollywood, Hindistan’da Bollywood, Mardin’de Mardinwood olacak.”
Böyle dedi
“usta” yönetmen.
*

Dean Mardin mesela.
Aslen Mardinlidir.
ABD’ye göçtü...
Martin oldu.

*

Aslına bakarsanız, Hollywood’u da AKP kurmuştur bi nevi... Çünkü, Amerikan sinemasının merkezi en başta New York’tu. İlk filmler orada çekilmişti. Ancak, filmlerin çekiminde ve gösteriminde kullanılan cihazların patent hakları, “ampul”ü icat eden Edison’a aitti. Herhangi biri film çektiğinde, Edison’un avukatları gırtlağına çöküyor, çatır çatır telif hakkı alıyordu. Yüklü telif ödeyen sinemacıların eline beş sent bile kalmıyordu. N’aapsınlar? Ampulcü’nün şerrinden bıkan bi yapımcı, Los Angeles’ın mütevazı kasabası Hollywood’u keşfetti. Kuş uçmaz kervan geçmez, sota bi yerdi. Ampulcü’nün kolu buraya kadar uzanamazdı. Hem zaten sınırın dibiydi, çok sakatlık olursa Meksika’ya kaçarız abi diye düşündüler, ilk film stüdyosunu kurdular. Ampulcü uyanana kadar, iş işten geçti, Hollywood Hollywood oldu.

*

Yani, şimdi bizim ampul partisi çıkıp, Hollywood’u
bize borçlusunuz dese... Haklı.

*

Gel zaman git zaman, sene 2002, hiç unutmam. Bu Hollywood’un efsanesi Star Wars vizyona girecek, dünya ile aynı anda Türkiye’de...
O zamanlar Star gazetesinde çalışıyorum, e filmin adı da star’lı, bu fırsat kaçmaz, iki sayfa ayırdık, 18 sütun, zannedersin George Lucas babamızın oğludur... Neyse, filmin karakterlerini tek tek tanıttık, Obi Van Kenobi
haso delikanlıdır, Darth Vader puşttur, Yoda ucubedir ama akıllı heriftir filan, döşendik. Ertesi sabah, bi telefon
geldi. Ağrı’dan... “Tebrik ederim ama” dedi, “burada sinema salonu yok!”

*

Dünya ile aynı anda...
Ağrı hariç.

*

Sonra, 2005 geldi. Bu sefer, Star Wars’ın yeni versiyonu vizyona girecek, dünya ile aynı anda Türkiye’de... 2002 utancımdan aklıma geldi, aradım Ağrı’yı, açıldı mı kardeş? Açılmamıştı.

*

Bu bağlamda...
Mardinwood’u aradım.

*

- Hayırlara vesile olsun.
- Sağ olasın.
- Sinema var mı orda?
- Yok.

*

Mardinwood’un ilk filmi, komedi türünde sanırım...

*

Çünkü, bırak wood’u muud’u, sinema salonu yok Mardin’de... “Mardinwood yapıcaz” diyen başbakana, miting meydanından biri seslense, “hadi beni sinemaya götür” dese, gözüne gaz sıksan yeridir! Güya sinema festivali ayaklarıyla uyduruk bi salon ayarladılar, minibüs kadar, festivalden festivale açılıyor, festival bitti mi, kapanıyor. En yakın sinema, Kızıltepe’de... Dünyanın her yerinde
ilçeden şehre gelinir
sinemaya, Mardin’de
şehirden ilçeye gidiliyor!

*

Aramışken...
Ağrı’yı da aradım.
2011, yok.

*

MGK’ya dilekçemdir...
Ermenistan’a kapı mapı açmaya çalışacağınıza, siz
önce Ağrı’ya sinema salonu açın. Ermenistan halkının refahını bilahare düşünürüz.

*

Güroymak... Cumhurbaşkanımız
“Norşin” yaptı. Aferin de... Hani Bitlis’te sinema?

*

Malazgirt.
1071 birader...
Hâlâ yok.

*

Harran’a maharetmiş
gibi Oscar’lı sanatçıları götürüyorlar göstermeye, üniversitesi var, sinema
salonu yok. Şırnak’ta yok. Tunceli’de elektriği olmayan köylere çamaşır makinesi dağıtıyorlar, sinema salonu yok. Kilis’te işporta tezgâhı gibi, seyyar... Iğdır’da yok.

*

Bir evlat askere gitmiş, bir evlat terörist olmuş, bir evlat tarlada mayına basmış, devletle-örgüt arasında sıkışmış çaresiz bir aile, zorunlu göç... Nedir bu? Mahsun Kırmızıgül’ün Güneşi Gördüm’ü... “Açılım” filmi... Nerede çekildi? Kağızman’da... Kağızman’da sinema yok.

*

Güneşi gördün de...
Ahali nasıl görecek?

*

Şimdi diyeceksiniz ki,
sanki her şeyimiz tamam da, sinema salonlarımız mı eksik?

*

E ben de onu merak ediyorum tatlım... Her
şeyimiz tamam da, Mardinwood’umuz mu eksik?


MUHALİF ÇİZGİLER..

https://www.facebook.com/pages/Karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562

mustafa ataser - KIRINTILAR

FAKİR FUKARA KİME OY VERECEK? ..EMİN ÇÖLAŞAN

9 Haziran 2011
Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarıGEÇEN pazar günü çok yaşlı bir yakınım için alışveriş yapmaya çıktım. Fazla yürümeye üşendim, onun için en yakındaki markete girdim. Orada hizmet veren bir çocuk var. Beni tanıdı, yanıma geldi. Kendisine sordum: Kime oy vereceksin? Aramızda aynen şu konuşma geçti:
-Emin Bey AKP’ye vereceğim.
-Neden?
-Daha iyisi yok.
Aldığı parayı sordum. Asgari ücret alıyor, günde yaklaşık 14-15 saat orada hamallık yapıyor. Aldığı paranın dörtte birini de yol parası olarak harcıyor. Onu biraz uyardım:
-Aslanım bak, seni bu kadar sömürüyorlar. Senin AKP’li patronun ise bir eli yağda, bir eli balda. Sana bu çalışma kışullarında bile asgari ücret veriyor, açlık çektiriyor. Senin kafan hiç çalışmıyor mu, bunlara nasıl oy vereceksin?
Ayaküstü, yaklaşık 10 dakika konuştuk. Sessiz konuşuyoruz ki, öteki müşteriler duymasın ve çocuğa laf gelmesin.
Onu durumu uzun uzun açıkladım. Onun ve onun gibi milyonlarca insanımızın alın terini ve emeğini sömürenlerin nasıl köşeyi döndüklerini, siyasette bile nasıl söz sahibi olduklarını dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Önce nuh diyor, peygamber demiyordu. Yavaş yavaş aklı yatmaya başladı. İçeri girip kasada oturan türbanlı kıza ödeme yaptım. Çıkarken beni bekliyordu.
-Emin Bey dedikleriniz doğru. Bunları şimdiye kadar bana kimse anlatmamıştı. Peki ben ne yapayım, oyumu kime vereyim?
-Ben sana parti ismi verecek değilim. Bunlara verme de, kime verirsen ver.
O gencin paar günü kime oy vereceğini elbette bilemem. ama söylediklerimden etkilendiğini gördüm ve mutlu oldum. Birileri, çevrelerindeki bu horlanan, sömürülen, ayın sonunu getiremeyen insanlara gerçekleri açıklamalı. Örneğin, evlerine gıda yardımı, kömür gönderilen insanlara şu gerçeği çok net, açık bir biçimde anlatmalılar:
“Bak kardeşim, bu iktidar seni işsiz bıraktı. İş arıyorsun ama bulamıyorsun. Ama onlardan torpilli olanların hepsi işe alınıyor. Sana ve ailene ise çoğunlukla son kullanma tarihi geçmiş makarna, nohut, salçayı yutturuyorlar. Üstelik bu yardımı kendi ceplerinden yapmıyorlar. Devletin ve milletin parasını kullanıyorlar. Seni uyutmak için, sosyal patlama olmasın diye bu utanmaz herifler seni ve aileni kullanıyor, sonra da hiç sıkılmadan senden oy istiyorlar. Sen yardım paketini al. Ananın ak sütü gibi helaldir. Ancak oyunu seni bu duruma düşürenlere, ele güne muhtaç edenlere verme. Verirsen sana yazıklar olsun.”
***
AKP takımı şimdi yeniden, tam da seçimden önce din sömürüsüne, din tüccarlığına bir kez daha soyundu. Şimdi dillerinde, imam hatip okulları sömürüsünü doladılar. Efendim Cizre’de PKK‘lılar imam hatip öğrencilerinin yurduna molotof kokteyli atmış, bu ne ayıpmış, din düşmanlığı imiş.
Sadece imam hatip yurduna değil, hangi okula ve öğrenci yurduna böyle bir saldırı yapılırsa ayıptır ve suçtur.
Hepimiz biliyoruz, bunlar imam hatip okullarını kendi partilerinin, arka bahçesi, oralarda okuyan fakir fukara çocuklarını ve ailelerini de kendi oy depoları olarak görürler. İmam hatip sömürüsü dillerinden hiçbir zaman düşmez.
Tayyip her seçim mitinginde bağırıp çağırıyor. İsmet İnönü‘ye bindiriyor, ucuz ve anlamsız sözlerle onu yerin dibine soktuğunu zannediyor!
Şimdi kendisine sorayım:
İmam hatip okullarını (hem de aynen bu isimle) kim açtı? İsmet İnönü.
Amaç son derece kutsaldı. Halkı cahil hocaların ve din tüccarlarının elinden kurtarmak gerekiyordu. Devletin bu okullarında aydın kafalı din adamları yetişecekti.
Peki sonraki yıllarda imam hatip okullarını kim, hangi siyasetçi geliştirdi?
Tayyip’in şimdi bire bir hedef aldığı Süleyman Demirel.
En çok imam hatip okulunu kim açtı?
Tayyip’in şimdi üzerine savcılarv sevk ettirdiği, 12 Eylül lideri Kenan Evren.
Mitinglerde bağırıp çağırmak, devlet parasıyla düzenlenen törenlerde nutuk atmak, insanları suçlamak kolay. Yakın tarihimizi biraz olsun bilmiyor. Orada senin tayfalarının yanında hiç kimse ortaya çıkıp “Tayyip ağzından çıkanı kulağın duysun. Yalan söylüyorsun, bunları bilmiyorsan öğren” diyemez. Dediği takdirde derhal coplanır, üzerine biber gazı sıkılır ve içeri atılır.
İmam hatipli çocuklar çoğunlukla fakir ailelerden gelir. Ailelerin amacı çocuklarının hem din eğitimi almaları, hem de gelecekte bu alanda çalışıp kadrolu din adamı olması idi.
Ama burada AKP iktidarı, amacı saptırdı.
Şimdi sömürü çarkının temelinde bu çocukları yönlendirip üniversitede özellikle sosyal bilimler okutmak, kaymakam, vali, hakim ve savcı olmalarını sağlamak var!..
Ve bu uygulama son hızıyla devam edip gidiyor. Arka bahçe, sömürülen fakir fukara ailelerin ve onların evlatlarının sırtından işte böyle kuruldu.
Patronların, para babalarının, malı götürenlerin, keyfi gıcır olanların, Türkiye’nin soyulmasına ve peşkeş çekilmesine razı olanların, bir eli yağda bir eli balda yaşayan Fethullah tayfasının AKP’ye oy vermesini anlarım.
Ama garibanların, namerde muhtaç edilenlerin bunlara arka çıkmasını anlamak mümkün değil.
Bunu niçin yapıyorlar?.. Çünkü üzerlerinde sahte bir “Müslümanlık, din sömürüsü” fırtınası estiriliyor. Bunların oy verdiği siyasetçi takımı yanlarında yüzlerce koruma ile cuma namazına gidiyor, hangi camiye gidileceği daha önceden medyaya haber verilip kameraların gelmesi sağlanıyor. Alınlarını secdeye koyarken namazı değil, biraz sonra kime hangi kazığı atacaklarını, hangi yandaşa hangi avantayı sağlayacaklarını düşünüyorlar. Allah böyle namazları kabul etsin!
İkincisi, çok akıllıca bir plan uygulayıp medyanın çok büyük bir bölümünü de ele geçirmeyi başardılar. Milletin beyni her gün bunların televizyon ve gazeteleri tarafından yıkandı ve yıkanıyor.
En büyük yalanlar atıldı. “En büyük Tayyip” diye gece gündüz haykırıldı.
Ezilen, sömürülen, ayın sonunu getiremeyen, borç içinde yaşayan kitlelerin önemli bir bölümü uyutuldu, oyuna getirilip bunlara oy vermesi sağlandı.
Bir seçime işte böyle giriyoruz.
Uyan ey milletim, artık uyan. Gerçekleri gör, seni inletenleri, Allah peygamber diye diye seni uyutup, senin sırtından malı götürenleri lütfen gör artık!
SÖZCÜ

ilkkursun

TAYYİP EKRANLARDA! ..EMİN ÇÖLAŞAN

09 Haziran 2011 Perşembe, 10:13 tarihinde Emin Çölaşan Sözcü gazetesi



TAYYİP televizyon kanllarına çıkıp karşısına oturtulan “Gazetecilerin (!)” sorularına yanıt veriyor. Bir bölümü kendisine biat etmiş, bütün gücüyle AKP’yi destekleyen medya patronlarının personeli. Soruları tamamen çanak sorular. Liderlerini zora sokacak bir tek soru ve görüş yok. Tamamen şike.
İkinci grupta ise Mehmet Ali Birand gibi dolandırıcılıktan hapis cezası almış tipler var. Yahu koskoca başbakansın,insan bu suçtan ceza almış birinin karşısına oturur mu?
Ekranda Tayyip‘e hiç utanıp sıkılmadan şike sorular soran bu gazeteciler, patronlarından korkarlar… Çünkü patronları Tayyip‘ten korkar. Sıkı mı ters bir soru sormaları! Sıkı mı herhangi bir konuda onun söylediklerine itiraz etmeleri!..
Medya patronları Tayyip’in kucağında çünkü devlet ve hükğmetle milyarlarca dolarlık işleri var. Ekranda Tayyip’in karşısına oturtulan gazeteciler ise patronlarının kucağında, onların emir kulu!
Allah korusun, yanlış bir soru sorup işten kovulsalar!.. Onun için şike yapacaksın, kolay sorular soracaksın, yanıt alamazsan üzerine gitmeyeceksin, hatta soracağın soruları önceden verip majestelerinin onayını alacaksın!
Tayyip o ekranlarda bizim gibi düşünen gazetecilerin karşısına oturabilir mi? Asla, kesinlikle oturamaz.
Bir de Sabah gazetesine bakıyorum. AKP’nin en büyük destekçisi. CHP‘nin en büyük karşıtı olan bu gazete, şimdi paralı CHP ilanlarını hem de tam sayfa yayınlıyor! Nerede kaldı ilkeler, nerede kaldı inançlar!
Demek ki parayı veren düdüğü çalıyor, Sabah’ın sayfalarını istediği gibi kullanması mümkün oluyor.
Sözcü ilkeli, Sözcü AKP reklamlarına kapalı. O iş bize gelmez, parası bize hayır getirmez.
SÖZCÜ


ilkkursun

Din elbisesini tersten giyenler.... Emin Çölaşan-SÖZCÜ

10 Haziran 2011 Cuma, 08:02 tarihinde Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarı tarafından eklendi
Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarıNUR-JUVAZİ; EREN Erdem genç bir yazar. “Abdestli Kapitalizm” gibi çok ilginç bir kitap yazmıştı. Şimdi yeni çıkan son kitabı elimde:“Nurjuvazi. Din Elbisesini Tersten Giyenler.” (Togan Yayıncılık)

Kitabın kapağını görünce zaten etkileniyorsunuz.

Lüks bir Mercedes, üzerinde manken gibi, örtülü bir kadın ve Fethullah’ın kelle resmi.

Türkiye’nin durumunu özetleyen bir kapak.

Hemen birkaç başlık vereyim:

**Din maskeli talan… Jip, villa ve maun…

**Haramzadeler ve haremzadeler…

**Haremzadelerde çok eşlilik…

**Fethullah Gülen ve nifak…

Bu başlıklar kitabı zaten özetliyor!

***Peygamberimiz buyurmuş: “Haramzadeler (haram yiyenler) cennete giremez.”

Günümüzde iktidarı ele geçirip nice haramlar yiyen, devletin ve milletin malını yandaşlara, yerli ve yabancı işbirlikçilere peşkeş çeken tiplerle yüz yüzeyiz.

Bir yanda dört elle sarılır gibi göründükleri, ağızlarından düşürmedikleri Kuran-Kerim ve din tüccarlığı, öte yanda arşa yükselen hırsızlık, yolsuzluk, vurgun, eşi dostu zengin etme kepazeliği.

Eren Erdem kitabında okurları bir yanda Kuran’ı Kerim’in gerçek mesajlarıyla, öbür yanda ise din oyunu aktörlerinin, din tüccarlarının ve Atatürk Cumhuriyet’ine düşman okyanus ötesindeki sahtekarların marifetleri ile yüzleştiriyor.

İyi bir kitap yazmış, ellerine sağlık

Emin Çölaşan-SÖZCÜ 7,6,11

Kimyası Bozuldu, Coğrafyası İyi...Bekir Coşkun-Cumhuriyet

10 Haziran 2011 Cuma, 07:33 tarihinde Bekir Coşkun yazıları tarafından eklendi


Kimyası bozuldu ya:

“Bizden önce doğalgazınız var mıydı?..”

“Yooook...”

“Doğalgaz gelmiş miydi?..”

“Hayııırrr...”

“Biz getirdik... Neydi o öyle eskiden binanın bodrumuna in, çık... Kömürü al, yukarı taşı, bir sürü çile... Ama şimdi ne yapıyoruz?..”

Sessizlik...

*

Çünkü Bingöl’de doğalgaz yok...

Olmadığı için de nereden bileceksin, bodruma inip bir sürü zahmet kömür olmadan çıkılınca doğalgazla ne yapıldığını?..

*

Aslında Başbakan’ın o an yaptığı iş oydu:

Gaz vermek...

Nitekim arkadaşın her gelişinde gösterdiği 1945 yılı ekmek karnesi ile, en az üç çocukla, çocuk başına verilen 47 lira aylıkla, dinle, imanla gazı alan Bingöllüler bir önceki seçimde tercihlerini yapmışlardı:

3-0...

AKP; yüzde 71...

CHP; 4.3...

*

Çarpın bunu Türkiye coğrafyasının yarısıyla...

O kara yazgıya ulaşırsınız...

*

Bu seçimlerde de Türkiye’nin kıyı kesimleri hariç, geri kalan coğrafyasında kararı işte yine onlar verecekler...

Yoksa dünyanın hiçbir demokrat ülkesinde, böyle birisi asla “Başbakan” olamaz...

Az buçuk medeni bir ülkede, bunun işlediği suçlardan ve günahlardan bir tekini bile sırtında taşıyanı, devletin kapısından içeri asla sokmazlar...

Kendi toplumunu bölen, kendi devletini bitiren, kendi ordusunu ezen, kendi hukukunu yıkan, kendi aydınını yok eden, kendi milletini korkutan, kendi ülkesini küçülten birisini asla affetmezler...

*

Ama ne yapacaksınız...

Bu coğrafya böyle...

Kimyası bozulduysa da coğrafyadan kazanıyor...

Onda da Bingöl’e “Diyarbakır” dedi zaten...

Bekir Coşkun-Cumhuriyet

-----------------------------
MUHALİF ÇİZGİLER..

https://www.facebook.com/pages/Karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562



Bunama....Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

08 Haziran 2011 Çarşamba, 08:11 tarihinde Bekir Coşkun yazıları tarafından eklendi

Biraz daha, Kenan Evren 100 yaşında...

Bir asır...

Tam 31 yıl sonra “Niye darbe yaptın” diye sordular ona...

Ne desin?..

*

Bunamıştır derseniz...

*

Televizyonda Mehmet Ali Birand Başbakan’a sordu:

“Hopa’da ölen öğretmeni sonradan aradınız herhalde değil mi?..”

İletişim çağı tabii ki...

Öbür dünyayı arayıp rahmetliye “Öldün mü?.. Sana Allah rahmet etsin...” dememiş olsa, televizyonlarda dönüp duran “Aynı dağın yeliyiz biz” şarkısının havasına uymayacak...

Zaten Başbakan olumlu yanıtladı:

“Arkadaşların özel kalemden şey yapmış olmaları lazım...”

*

Kenan Evren ise bunamamış...

Takır takır yanıtlıyor:

“Bugün de yaparım...”

“Neyi?...”

“Darbeyi... Bugün olsa yine yaparım... O sabah baktık ki olmuyor, netekim sonra......”

Nasıl karar alındı, hangi yasa maddesine göre, kimlerle konuşuldu, neler denildi?..

Darbe öncesi kaç kişi öldü, tek tek

hatırlıyor...

*

Bu?..

Hopa’da bir kişi öldü....

Hatırlamıyor...

Ölüyü aradı mı, aramadı mı?..

Belki de telefona çıkmadı rahmetli...

Emin olmadığı için “Özel kalem şey yapmış olmalı” diyor...

*

Yani ben şimdi kafamı stüdyoya uzatıp desem ki:

“Mehmet Ali Birand ve Başbakan... Rahmetli cevaben sizi arıyor...”

Yeridir...

*

Birisi 31 yıl öncesi 12 Eylül Türkiyesi...

Birisi geçen gün Hopa ilçesi...

Hopa’da arkadaş gazlayıp kaçtı... Polis otobüsten düştü... Emekli öğretmene biber gazı sıkıp öldürdüler... Vali gitti geldi... Emniyet müdürü görevden alındı... Jandarma komutanı gitti... Öğretmeni öldürenler tüydü...

Başbakan rahmetliyi aradı mı, aramadı mı, hatırlamıyor...

*

Bir de 31 sene sonra, 94 yaşındaki Evren’i sorguluyorlar...

Bunadınız valla...

Bekir Çoskun..cumhuriyet..
-------------------------------

Karikatürler - Muhalif CIZGILER
https://www.facebook.com/pages/Karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562

Nefret Kazanmasın...Bekir Coşkun...07 Haziran 2011 Salı

Bekir Coşkun yazılarıİnsanoğlu nefreti durdurmak için çok uğraştı...

Yasalar, tabular, kurallar...

Dinler, aslında nefreti durdurmak içindi...

Olmadı; bekçiler, polisler, hâkimler, mahkemeler...

Hapishaneler yaptı insan; içine nefreti kapatmak için...

*

Ama nefret her zaman bir yolunu buldu...

*

Ve nefret yüzünden, tarih normalinden daha uzun yazılır...

Kısaca “güzel günlerdi” demek yerine...

*

Nefreti iktidar yapmayın...

Şu sıralar bütün gün televizyonların karşısına oturup nefreti dinliyorsunuz aslında...

“Camiler kışlamız, kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz” diye yola çıkan ve bir dinin en kutsal mekânlarını dahi savaş araçlarına dönüştürebilecek kadar gizlenmeyen nefretin egemen olmasına artık izin vermeyin...

İyi bakın...

Köpükler saçarak...

Dişlerini göstererek...

Yüzünü buruşturarak...

Yumruğunu sıkarak...

Ve en belirgin sözcükleriyle geliyor nefret...

*

Nefret, nefreti çağırır...

İşte itiraf ediyorum; bu bir nefret yazısıdır...

Ben de nefretten nefret ederim...

*

Nefret başa geçtiğinde; kin, öç, intikam peşine takılır... Ve arkasından gelir sancılar, acılar, gözyaşları...

Nefret öne geçmesin...

Geçerse...

Söylemeye dilim varmıyor; çok kötü şeyler olacaktır bu topraklarda... Ve tarih çok sayfa ayırmak zorunda kalacaktır bugünler için... 

Kısaca “güzel günlerdi” demek yerine...

*

İyi bakın...

Görün...

Bilin...

Direnin...

Herkese söyleyin... 

Bu kez daha farklı; son yumruğu vurmak, son gözü oymak, son başı koparmak, son sesi boğmak için geliyor nefret...

Kazanmasına izin vermeyin nefretin...


Bekir Coşkun-Cumhuriyet

https://www.facebook.com/note.php?note_id=224200930940608

6 Haziran 2011 Pazartesi

Dayaklık Vatandaş…Bekir Coşkun


Bekir Coşkun

31 Mayıs 2011
Anladığım kadarıyla miting meydanında Başbakan’ın yanına sokulup ondan iş istemeye kalktı…
Çok güzel dövdüler…

*
O “Üzerimde bomba var sandılar” diyorsa da yanılıyor.
Çünkü üzerinde bomba olmadığını biliyorlardı, bu da bomba etkili…
Niye “İşsizlik patladı” diyorlar?..
Maazallah…
*
Ayrıca “Daha ağzımı açar açmaz o saniye dayak başladı” diyor, kusuru kabahatinden büyük…
Karşısına geçip de ağzını açan hani kimse var mı?..
Demek ki açmayacaksın…
Ağız açmak iyi bir şey olsa televizyonda karşısına dizilen bizim arkadaşlar açar…
*
Üstelik açılan ağızla ne diyeceksin:
“İşsizim…”
Yani böyle diyeni niye dövmesinler…

Adam “İşsizlik bizde az” diyor, dönüyor “İşsizliği çözdük” diye ekliyor, arkasından tam “İşsizlik yok” dediğinde…

Sen “İşsizim…” diye bağır…
*
Dahası “bomba” da yok zaten…
Adam böbürlenerek “kefenle yola çıktık” diyor… “Üstümüzde beyaz gömlek” diyor…“Tankla, topla gelsinler” diyor…
Sen kalk küçük kâğıtla git üzerine….
Sinirden gitse, ne şehittir ne gazi…
*
Dayaklık vatandaş “Beni belki on polis dövdü” diyor ayrıca…
Az…
Hiçbir zaman yeterli değil…
ÖSYM mağdurları ağızlarını açtıklarında, onların karşısına “beş bin ile on bin karşı görüşlü genç” göndermeye kalkmıştı, onları pataklatmak üzere…
“Parasız eğitim istiyoruz” diye ağzını açan çocukları ise altışardan otuz polis dövdü sabah akşam…
Artı; 7’şer yıl hapis…
*
Ama asıl:
Müstahak…
Demek ki başka türlü anlaşılmıyor…
İlla gidip miting meydanında dayak yedikten sonra fark ediliyor başa gelen…
Zaten dayaklık vatandaş polise “Böyle olacağı hiç aklıma gelmemişti” dedi ya…
Tamam işte…
“Hayaldi, gerçek oldu…”

İzleyiciler