Önizleme

10 Nisan 2011 Pazar

Demokrasi tıraşı....Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil yazdı...

Demokrasi tıraşı....Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil yazdı...
Bi yasama dönemi daha sona erdi.
Güya 550 mebus seçtik;Yunanistan, Belçika ve Finlandiya, üçünün toplam nüfusu kadar, 24 milyonbardak çay içildi. Lokantasında etli türlü birlira, hindi dolma iki lira, kuzu tandır dört lira, pilav elli kuruş olduğu için, dört milyon kişi yemek
 yedi, Norveç kadar... (Peynir tabağı bir lira, tabak hariç.)
Tıraştırmacı gazeteci olarak, tıraş’taki yasama faaliyetleri de gözümüzden kaçmadı tabii...
Efendim, yüce meclisimizde emektar berber vardı, Hüseyin, demokrasimizi 30 sene tıraş etti, eski dönemlerde mebuslarımız genellikle kel olduğu için, bir berber yetiyordu. ANAP geldi, gördüler ki, saç 3 lira, sakal 1.5 lira, fön avanta, dışarda 20 lira, e devletin malı deniz diyerek, eşi-dostu getirmeye başladılar. Baktılar ki, Hüseyin kendini jiletlemek üzere... Plan Bütçe Komisyonu’ndaki müzakereler neticesinde, oybirliğiyle takviye kararı aldılar.
Demokrasimizin poposu için 5’er bin dolardan 575 tane ceylan derisi İtalyan koltuk yaptıran Meclis Başkanı Kalemli, demokrasimizin tıraşı için Başbakan Mesut Yılmaz’la istişarelerde bulundu. Başbakan “Berna’yla istişare et” diyerek, eşine havale etti. Berna Hanım’la yapılan iştişareler neticesinde, Başbakan’ın küçük oğlu Hasan’ın berberi Ahmet, işe alındı. Bi tane de İtalyan berber arandı ama, bulunamadı, Kocaeli seçim
 bölgesinden Ekrem işe alındı, etti üç.
Böylece, Hüseyin, Ahmet, Ekrem koalisyonu kuruldu. Hüseyin’in tek başına iktidarı sona ermişti ama, tarife aynı kalmıştı. Orduevindeki tıraş daha ucuz
olduğu için, asker bu iktidar değişikliğine ses çıkarmadı. Demokrasi tıraşı uyumlu şekilde devam etti. 2003’e kadar.
AKP geldi, bürokrasideki istenmeyen kılları cırt diye sökmek için, zart diye kanun çıkardı, kamudaki emeklilik yaşını 65’ten 61’e indirdi. Bürokrasi sinekkaydı hale gelmişti ama, Hüseyin 63 yaşındaydı, usturayı yedi, emekli edildi. Berber sayısı tıraşlanınca, kriz çıktı, Plan Bütçe Komisyonu’ndaki müzakereler neticesinde, oybirliğiyle takviye kararı alındı.
Meclis Başkanı Bülent Arınç’tı, gideyim de yengeye sorayım filan demedi, iştişare mistişare yapmadan, kafadan, kendi berberi Mümtaz’ı işe aldı. Peşine, Cemal’i aldı, etti dört berber.
Hüseyin demokrasiyle sandığa gömülmüştü ama, fiyatlar yerinde kalmıştı. Asker, Arınç’a kıl olmasına rağmen, orduevi tarifesini göz önüne alarak, muhtıraya gerek olmadığı kanaatine vardı. Ancak... Kontr-muhtıra yedi! Bi emekli albay, Meclis’e başvurdu, “Orduevi berberlerinde ayrımcılık yapılıyor, yanlışlıkla berber koltuğuna oturduğumuzda, hemen bir er koşuyor, burası generallere ait diyor, ağrıma gidiyor” dedi. Meclis Dilekçe Komisyonu, bu hayati şikâyeti derhal işleme aldı, manşet yapılmak üzere yandaş medyaya servis
 edildi.
Tam demokrasi tıraşı dediğin böyle olur
 diye seviniyorduk ki, Yıldırım Mayruk’un terzi yamağı Barbaros Şansal, kafayı Meclis berberine taktı. İnternet sayfasında, mebuslarımızın tıraşını Mustafa Keser’in tıraşına benzeterek, “Bu tıraşla demokrasi zor” demeye getirdi.
Gözler bir anda Recai Berber’e çevrildi... Akabinde, kendisinin Meclis berberi olmadığı, AKP Manisa mebusu olduğu anlaşıldı.
Bu arada, AKP Sakarya mebusu Ayhan Sefer’le DYP Trabzon eski mebusu Mehmet Çakıroğlu’nun tıraş olurken, Süheyl Batum’a Ergenekoncu demesi, üç koltuk yanda tıraş olan CHP Sivas eski mebusu Mahmut Işık’ın tepkisine yol
 açtı. Mahmut Işık, “Siz yokken, biz bu koltuklarda tıraş oluyorduk” diye bağırdı. Kavgayı berber Ekrem’le Mümtaz ayırdı.
Sonra Mehmet Ali Şahin, Meclis Başkanı oldu. “Hepsi aldı, benim başım kel mi?” diye düşünmüş olmalı ki, kel değil, Hicabi’yi işe aldı, etti beş berber... Orduevi tarifesini ve emekli albayın muhtırasını göz önüne alan asker, beşinci berbere de ses çıkarmadı.
Demokrasi tıraşımız tam gaz devam ederken, tatsız bi hadise yaşandı. Mümtaz, baktı ki, yeteri kadar berber var, boş vakit kalıyor, ağda yapmaya karar verdi. Bedava. Dokunulmazlıklarına dokundurtmayan mebuslarımız, demokratik imkândan faydalanmak
 için, kulak memelerine dokunulmasına izin verdi. Mümtaz başladı dokunmaya... Isıtıyor, yapıştırıyor, caarrrt diye söküyordu. Taa ki, AKP Çorum mebusu Cahit Bağcı’ya kadar... Yapıştırdı ağdayı Mümtaz, bi çekti, kulağın derisini söktü iyi mi! “Kulak koptu” diye bağırışma oldu, Allah’tan, kulak yerindeydi. “Kulağım yerinde kaldı ama, Mümtaz’ın yanına kalmamalı” diyen Çorum mebusumuz, Meclis Başkanlığı’na dilekçe yazıp, şikâyetçi oldu. Tıraştırma açıldı. Neyse ki, Bülent Arınç’tan tırstıkları için Mümtaz’ı kovmadılar, uyarı cezasıyla yetindiler.
Ağda uygulamasına derhal son verildi. Ancak, berber Mümtaz da mimlenmişti, BDP’li mebuslar gibi olmuştu, kimse onun koltuğuna oturmak istemiyordu. Meclis Başkanımız devreye girdi, Mümtaz’ı Kırıkkale seçim bölgesinden Serkan’la takviye etti, etti altı berber.
Öte yandan, Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin’in demokratik olgunluğunun da hakkını teslim etmek lazım... Hicabi ve Serkan’ı işe almasına rağmen, senden-benden ayrımı yapmadı, taaa Mustafa Kalemli tarafından işe alınan, en kıdemli berber Ekrem’e tıraş olmaya devam etti.
Özetle.
Fiyat aynı.
Enflasyon sıfır.
İki berber vardı.
Üç’e katlandı.
Altı’ya çıktı.
Hâlâ utanmadan “AKP’yle neremiz büyüdü” diyenler var, insanın saçını başını yolası geliyor... Demokrasi tıraşımızdaki gelişmeler gözünüze 
dizinize dursun yani.



Arap áleminin sahteciliği Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarı

  


SEVGİLİ okuyucularım, adına İsrail denilen küçücük bir ülke var.
 
8-ğustos 2006-hürriyet..

Arkasına ABD desteğini almış, vurdukça vuruyor. Nüfusu 7 milyon dolaylarında. Öbür tarafta ise toplam nüfusu 400 milyonu geçen Arap ve İslam ülkeleri var. İsrail çepeçevre bunlarla kuşatılmış durumda.

Arap dindaşlarımızın liderlerine bakarsanız hepsi de "amansız ve katıksız İsrail düşmanı" olduğunu iddia eder!

Bu "düşmanlığa (!)" mollaların İran'ını da ekleyin.

İslam ülkelerinin çoğuna Allah petrol ihsan etmiştir. Fakat petrol gelirinin çoğu halkın değil, bugün Türkiye'ye şeref verecek olan Suudi Kralı gibilerin ve sülalesinin ceplerine girer. Onlar da milyarlarca doları har vurup harman savurur.

Saraylar, haremler, her türlü rezalet onlardadır. Ama onların ağzından 'Allah' sözcüğü düşmez.

* * *

Küçücük, minnacık İsrail, haftalardır ortalığı altüst ediyor.
Hani nerede bu Arap ülkeleri? Nerede İran?

Bunların ordusu, askeri, uçağı, tankı topu yok mudur? Fazlasıyla vardır da, palavra sıkıp nutuk atmak dışında yürekleri yoktur.

Şu son olaylara bakınız! Nerede İsrail'in sınır komşusu Suriye, Ürdün, Mısır gibi ülkeler? Nerede İran, Cezayir, Tunus, Fas, Suudi Arabistan, Katar vesaire?

Niçin kıllarını bile kıpırdatmıyorlar?

Bu sorunun yanıtını size açıkça vereyim. Bunların tamamı, İsrail düşmanlığını iç politika malzemesi olarak sadece kendi insanlarına karşı kullanan, gerçekte İsrail'in kazanmasını isteyen hokkabazlardır.

Allah, din, iman, Müslümanlık gibi kutsal kavramlar bunların sadece ağzındadır. Bunlar dinimizi bir gösteri ve para kazanma aracı olarak kullanır. Her türlü düzenbazlık, yolsuzluk, vurgun, kepazelik bunlardadır.

Bir düşünün, karşınızda 7 milyonluk bir ülke... Ve sizi duman ediyor!

Bu Arap ve Acem ülkeleri palavra sıkmayı bırakıp bir araya gelse, İsrail'i tükürükle boğar. Orduları, asker, uçak, top, tank vesaireleri İsrail'den çok daha fazladır.

Bunlar İsrail'in üzerine kazma kürekle yürüse, vallahi o küçük ülkeyi sarsar. Ama yürekleri yoktur.

Artı, o İslam ülkeleri birbirlerinden nefret eder. İsrail bunların pek çok yöneticisini satın almıştır. İsrail bunlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynar.

Ama ortada büyük ve asla unutulmaması gereken bir gerçek vardır!

Bu Arap ülkelerinin çoğu, emir ve direktifleri ABD'den alır. Onlar ABD'nin kucağına düşmüştür. O yüzden İsrail'e tavır koymaları mümkün olmaz.

* * *

Bazen düşünüyorum, acaba bu Arap ülkelerini Mehmetçiğin ah'ı mı tutuyor?

Birinci Dünya Savaşı'nda bunların Türk askerini nasıl arkadan vurduğunu, İngilizlerle işbirliği yaparak, çil çil İngiliz altınlarına tav olarak kendi dindaşlarına nasıl ihanet ettiğini hiç unutmadık.

O topraklarda yüz binlerce şehit bıraktık. Bugün o topraklarda Irak, Suriye, Ürdün, Filistin, Lübnan, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan var.

İsrail devletini orada kurduranlar, Türk ordularını arkadan vuran satılık Araplardır. Bizim dindaşlarımız!

Peygamberimizin mezarının bulunduğu kutsal Medine kentini kuşatıp ele geçirenler, Mehmetçiği orada aylar boyunca aç ve susuz bırakıp çekirge ölülerini yemeye mahkûm edenler kimlerdi? İngiliz işbirlikçisi Araplar!

Medine'yi savunan kahraman Fahrettin Paşa o açlık ve susuzluk ortamında emir yayınlıyordu:
"Asker evlatlarım, çekirge yemek çok güzel. Ben yiyorum, sizler de yiyin. Sacda döndürüp kızartacaksınız."

Hey gidi günler!

* * *

İşte sizlere bizim "din kardeşlerinden" küçücük bir kesit!

İsrail'in "düşmanı" bunlar! Aslında İsrail'in başına devlet kuşu konmuş, piyangodan büyük ikramiye çıkmış.

Böyle köfte, sahte, göstermelik, düzmece düşmanlar, dostlar başına! Allah herkese böyle düşmanlar nasip etsin. Amin.

TRT kimle alay ediyor?.....Sözcü yazarı Emin Çölaşan yazdı

SEVGİLİ okuyucularım, bugün size bir TRT rezaletini daha belgeliyorum. Devletin ve milletin televizyonu olan TRT, anayasa ve yasalar uyarınca tarafsız yayın yapmakla yükümlüdür.
Bu kurumun gelirlerinde hepimizin, özellikle elektrik abonesi olan istisnasız her vatandaşın payı vardır.
Elektrik faturalarınıza bir bakın. Orada TRT payı adı altında bu kuruma her ay tıkır tıkır ödediğiniz parayı göreceksiniz. Bu parayı milyonlarca abone ile çarparsanız, bizden toplanan paranın hangi boyuta ulaştığını anlarsınız.
Bu iktidar döneminde TRT, vatandaşın parasıyla AKP borazanlıgı yapan bir yayın organıdır. Yandaş medyanın en önde gelenlerinden biridir.
CHP Manisa milletvekili Şahin Mengü bundan bir süre önce Meclis Başkanlığına bir soru önergesi vermiş, TRT'nin yanıtlamasını istemişti. Önerge özetle şöyleydi:
"TRT kanallarının haber programlarında gazete manşetlerinden başlıklar verilmektedir. Tam bir tarafsızlık içinde yayın yapması gereken devletin radyo ve televizyonlarında bazı gazeteler ise görmezden gelinmektedir. Buna göre:
- Tirajı 230 bin olan Türkiye'nin beşinci büyük gazetesi Sözcü gazetesi, TRT'de manşetleri okunan gazeteler arasında neden yer almamaktadır?
- Haber yapılan gazeteler hangi kriterlere göre seçilmektedir? Sözcü gazetesine bu programlarda yer verilmemesi için talimatınız var mıdır?
- Büyük bir okuyucu kitlesine sahip olan Sözcü gazetesinin TRT'de yok sayılmasının, yaptığı haberlerle ilgisi var mıdır?
- Kamu kurumu olan TRT'nin bu tutumu tarafsızlık ve halkın haber alma özgürlük ilkesine aykırı değil midir?
- Hükümetinizin hoşlanmadığı tarzda haber yapan yayın organlarına baskı ve bir nevi sansür uygulandığı görüşü için ne diyorsunuz?"
Mengü'nün önergesinin tarihi 10 şubat 2011 idi.
• • •
Aradan tam 48 gün geçti ve önergeye lütfen yanıt geldi. Demek ki, TRT genel müdürü olan ibrahim Şahin isimli şahıs 48 gün boyunca oturup "Acaba ne diyelim, ne yanıt verelim" diye düşünmüştü!
Merakla beklenen gün sonunda geldi! TRT'nin bu önergeye verdiği 28 Mart 2011 tarihli yanıt Meclis Başkanlığına ve Şahin Mengü'ye ulaştı.
Bir tek cümleden oluşan bu ibret belgesini sizlere aynen iletiyorum:
"Bir kamu yayın kuruluşu olan TRT, diğer yayınlarında olduğu gibi gazete haber başlıklarını aktarırken de anayasa, ilgili kanun hükümleri ve yayın ilke ve esaslarını gözetmektedir. İbrahim Şahin. TRT Genel Müdürü."
Şimdi bu yanıt için ne demeli? TRT birileriyle alay ediyor, dalga geçiyor da, acaba kimle?
Bu önergeyi veren milletvekili ile mi? Anayasa ve yasalarla güvence altına alınmış olan Meclis'te soru önergesi verme hakkıyla mı? Soru önergelerine mutlaka yanıt verilmesi gerektiğini vurgulayan yasal hükümlerle mi?
Sen bir devlet kurumusun. Sana Meclis
aracılığı ile soru soruluyor ve aklınca
geçiştirmeye yelteniyorsun.
Bu nasıl ciddiyetsiz bir iştir ki, adam gibi bir yanıt vermekten kaçıyor, işi gargaraya getiriyorsun... Çünkü biliyorsun ki, sen iktidar partisinin borazanı olarak görev yapıyorsun ve bu günahın altında eziliyorsun.
Sözcüyü ekranda okumama nedenini açıklamasına bakın!
"Anayasa, ilgili kanun hükümleri ve yayın ilke ve esaslarını gözetiyoruz!"
Sözcü anayasa ve yasalara aykın bir yayın mı yapıyormuş? Terörü, tecavüzü, şiddeti, adam öldürmeyi mi teşvik ediyormuş? Ya da yeraltında çıkan bir gazete miymiş?
İşte size AKP'nin "ileri demokrasi" palavrasından küçücük bir örnek! Nalıncı keseri gibi hep kendine yontacaksın, muhalefetin sesini yok sayacaksın.
Bu rezaletin gerçek nedenini söyleyeyim, gayet basittir:
Sözcü'den korkuyorlar.
Bu yaptıklarının hesabı günün birinde elbette sorulacak. Bu saygısızlığın, ciddiyetsizliğin ve partizanlığın hesabını yargı önünde mutlaka verecekler.



YGS'de harem selamlık şifresi var mı?......EMİN ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ

SEVGİLİ okuyucularım, bir sınav düşünün ki, tam bir milyon 700 bin öğrenci giriyor... Ve bu sınavda dümen döndüğü, soruların bazı karanlık ellere, özellikle de Türkiye'de bin'eyakın özel dershanesi olan Fethullah kesimine önceden servis edildiği iddia ediliyor, şifre
belgeleriyle kanıtlanıyor.
Bu, korkunç bir şeydir. Büyük
 skandaldir.
Kendileri, aileleri ve yakınlarıyla birlikte sayıları 10 milyon kişiye ulaşan bir topluluk
, sınava olan güvenini tümüyle yitirmiş durumdadır.
Ortalıkta kıyamet koparken, hile ve şike belgeleri havada uçuşurken, Çankaya'da oturmakta olan Bay Abdullah Gül devreye girip konuşuyor:
"Ben ÖSYM Başkanı ile telefonda konuştum, yok böyle bir şey. Söylediklerinden tatmin oldum."
Onun hemen ardından Devlet Bakanı Cemil Çiçek açıklama yapıyor:
"Cumhurbaşkanı'nın tatmin olduğu konuda biz de tatmin olmuşuzdur!"
Mantığa bak mantığa!
Hemen ardından, artık Milliliği kalmamış olan Eğitim Bakanı Bayan
 Nimet Çubukçu savunmaya geçiyor:
"Soruşturmalardan hiçbir şey çıkmaz. Biz gençleri ikna ederiz."
Vay bee, devlet ciddiyetine bak!
En sonunda ise havan dövücünün hınk deyicisi konumunda olan Fethullah dershanelerinin uzmanları konuşuyor:
"Asla dümen dönmedi. Çok temiz
 bir sınav oldu!"
AKP iktidarı tarafından ÖSYM Başkanlığına getirilen şahıs ise dün basın toplantısı düzenleyip "Acemiliğimize geldi, açılan davayı kazanırlarsa sınavı en kısa zamanda yeniden yaparız" gibi laflar etti.
Burada hemen belirteyim, bundan sonra Danıştay'da açılan bu gibi davaların kazanılma olasılığı sıfır... Çünkü Danıştay artık AKP'nin eline geçti.
* • •
Bu sınavla ilgili olarak her nedense hiç kimsenin üzerine yeterince gitmediği bir olay
 var. O olayın tartışılması gerekiyor.
Bu sınava girecek öğrencilerin sınava hangi okullarda
 ve hangi sınıflarda katılacağını ÖSYM belirledi.
Fakat sınav günü görüldü ki, bazı okullar sadece KIZ öğrencilere açıktır ve içeride erkek sinek bile yoktur! AKP'nin ÖSYM si bunu "Kimin hangi okulda sınava gireceğini bilgisayar
 belirtiyor, bilgisayardan öyle çıktı" diye açıkladı ki, tamamen yalandır. Bilgisayardan böyle bir "Rastlantı" çıkması asla söz konusu değildir.
Bence bunun iki nedeni vardı:
1- Üniversite
 giriş sınavına bile harem-selamlık uygulaması sokmak.
2- Oralarda sınava sokulan kızlara şu veya bu biçimde bir kolaylık sağlamak.
Bu sene üniversite
 sınavına sıkmabaşla girmek serbestti. Kopyayı önlemek için içeriye küpe, yüzük, saç tokası, hatta su ve kalem bile sokmak yasaklanmışken, öğrencilerin üzeri didik didik aranırken, sıkmabaşların örtüleri çıkarılmadı, başlarında ne olup olmadığına bakılmadı.
Bunların üzerinde niçin durulmuyor?
AKP'nin ÖSYM'si, 10 milyon insanı doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendiren bir üniversite sınavını bile eline yüzüne bulaştırmayı başardı! Daha da kötüsü, bu ülkenin en güvenilir
 kuruluşu olarak bilinen ÖSYM'nin saygınlığını bile sıfırladı.
Bundan sonra her sınavda şike-hile-şaibe bekleyin.
Bu konuda son bir not eklemek istiyorum. Dikkat ettiniz mi, her konuda konuşan, nutuk atan Tayyip, bu skandal konusunda ağzını bile açamadı!...atsr


EMİN ÇÖLAŞAN / SÖZCÜ


*
Dün ilk kez gördüm...

Sevdalı söğüt ilk yapraklarını açmış...

Erik tomurcukları ürkek çocuklar gibi başlarını uzatmış, patlak gözlerle bakıyorlar dünyaya...

Dallarında küçük küçük tomurcuklar var gülün...

Serçeler çitlere sıra sıra dizilip aşk şarkılarını söylemeye başladılar... Yakında sarı gagalı bebekleri doluşacaktır bahçeye...

Doğa bir bahara daha uyanıyor...

Bir tek...

Bir tek sen yoksun gülüm...


Senenin yine bu günleriydi belki, baharın başıydı aklımda kaldığına göre...

Çiçek çiçek açmıştın cumhuriyet meydanlarında...

İşte “Demokrasinin baharı” demiştim...

Ilık özgürlük rüzgârları esiyordu...

Benim yine nakliye günlerimdi, ama gözüm arkada kalmayacaktı, ben görsem de görmesem de...

Kırmızı gül yapraklarından küçük bayraklar... Kucağında bebeğin pembe tomurcuk gibi... Elinden tutmuştun fidan boylu sevgilinin... Babanın oğluna koca çınar gibi sarıldığı gün... Küçük kız bahçenin sarı gagalı serçe bebeği...

Şen kavak dalları gibi sallanıyordu pankartlar bir sağa, bir sola...

Baharda bahçe gibiydi cumhuriyet meydanları, hep birlikte şarkı söylemiştik:

“Görecek günler var daha...”

Ağlamıştım o gün...

Bahar yağmuruydu sanki yanaklarımızda...

Biz hepimiz bir arada...

Baharda bahçe gibi...

*

Dün bunları düşündüm...

Demek ki o bir yalancı bahardı...

Bağ bozumu gibi, terk ettiğimiz meydanlarda, sağa-sola uçuşup durdu büyük kâğıtlara yazılmış umutlarımız...

Çoğumuz erken açan çiçekler gibi yandı...

Saçak altlarına sığındı marşlar...

Hapishane şarkıları geliyor sadece akşamları ışıksız evlerden...

Serçeleri vurdular...

*

Zor günler bu günler...

Kara bulutlar altında, güneşini yitirmiş mevsim gibiyiz...

Boynumuz iki büklüm...

Ve sen yoksun...

Neredesin gülüm?..
 atsr
Bekir Coşkun/Cumhuriyet





köpekbalığı ....Bekir Coşkun/Cumhuriyet

Ne zaman yakalanmış büyük bir köpekbalığı haberi görsem medyada, bir Türk kafasını balığın ağzına sokuyor...

Sonra bekleyen öbürleri de sırayla kafalarını balığın ağzına sokuyorlar...

Balıkçı “Çek abi...” diyor...

Balığın büyüklüğünü anlatmak için mi?..

Türk’ün cesaretini anlatmak için mi?..

Yoksa ikisini birden mi:

“Balık büyük ama, Türk de cesur...”

*

İşte yine askerlere “veriştirme” günleri...

Balığın ağzına benzeyen ekranda kafalarını görüyorum...

Sırayla çıkıyorlar...

Cesur (!) insanlar...

“Çek abi...”

Hiç korkuları yok...

*

Askerler, hepimiz gibi 163 subayın hapiste tutulmalarını “anlayamadıklarını” kendi sitelerinde yayımladılar...

Ben de anlamadım aslında:

Diyelim ki mahkemenin çağrısına uyarak yurtdışından uçağa atlayıp gelen subayların “sonra kaçarlar” diyerek hapishaneye kapatılmalarını siz anladınız mı?..

Kaçacak adam, kaçacağı yerden yollara düşüp niye gelsin?..

Anlamayan bir kişi daha var:

Muhalefet şerhi koyan mahkemenin başkanı...

*

Böyle zamanlar, bulunmaz yalakalık olanakları sağlar iktidara şirin gözükmek isteyen yalakalara aslında...

Uzatıyorlar kafalarını...

Korkmuyorlar...

Sırıtıyorlar...

Genelkurmay açıklamasının demokrasiye yakışmadığından başlıyorlar, demokrasiye müdahale olduğundan çıkıyorlar...

Oysa bildiri ne bir müdahale, ne bir tehdit, ne bir uyarı...

Belki bir sitem...

Ama “Haddini bil” diyen de var...

“Sesini kes” diyen de...

*

Ne zaman yakalanmış bir köpekbalığı görsem, bir cesur Türk kafasını balığın ağzına sokuyor...

Sonra sıradaki...

Cesur insanlar...

Demek ki korkmuyorlar...

Balıkçı “Çek abi...” diyor...(atsr)

Bekir Coşkun/Cumhuriyet

‘Anadolu’yu Vermeyeceğiz...’ Bekir Coskun



Dört bir yandan kervanlar yolaçıktı...

İlk kervan Artvin’den, ikinci kervan Hasankeyf’ten, üçüncü kervan Sarıkeçililer develeri ileOrta Toroslar’dan.. 

Dördüncü kervan süslenmiş at arabaları ile Bodrum’dan...

Güney Ege kervanı İzmir’den...

Kuzey Ege kervanı Edremit’ten...

Trakya kervanı Edirne’den...

*

Yurdun dört bir yanından insanlar, kervanlar oluşturarak Ankara’ya yürümeye başladılar...

40 gün, 40 gece yol alacaklar...

Bu büyük yürüyüşün adı:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz...”

*

(Google’dan yürüyüşün harita ve fotoğraflarını bulup izleyebilirsiniz.)

*(atsr)

İstedikleri şey:

Çalınan, yağmalanan, yok edilen yurt...

Madencilere satılan ormanlar...

Holdinglere peşkeş çekilen dereler...

Kurutulan sulak alanlar...

Nükleer enerji...

GDO’lu üretim...

2-B yağması...

*

Kadın, erkek, genç, yaşlı...

Yüzü yanık, ayakları su toplamış, gözleri uykusuz, yorgun insanlar...

Ama yürekleri, savundukları dağlar kadar büyük... Yurt sevgileri, geri istedikleri ırmaklar kadar coşkulu...

Duyguları, özlemini çektikleri hava kadar temiz... 

Gerçek yurtseverler köy köy, kasaba kasaba, il il yürüyüşe geçtiler...

*

Çünkü...

Çünkü Anadolu’yu düşman alsaydı bu kadarını yapmazdı...

Karadeniz’in kurumuş derelerini, Ege’nin taşocaklarına dönmüş ormanlarını, Akdeniz’in beton yığını olmuş koylarını görseniz...

Ağlarsınız...

Hiçbir vicdansız bunu yapamaz...

*

İşte her sorumlu ve bilinçli insan gibi “ağlamaktan ve dövünmekten başka yapılacak bir şey var” diyen o yürekli insanlar onlar...

Yollara düştüler...

40 gün, 40 gece...

Ankara’ya yürüyorlar...

Vicdansızlığa, soyguna, hırsızlığa, yağmaya karşı aslında...

*

Önünüzden geçerken çiçek atın onlara...

Üç adım olsun yanlarında olun...

Belki bir bardak su isterler...

Ama bu yurt bizim, mutlaka siz de haykırın:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz.”

‘Anadolu’yu Vermeyeceğiz...’e Bekir Coşkun



Dört bir yandan kervanlar yolaçıktı...

İlk kervan Artvin’den, ikinci kervan Hasankeyf’ten, üçüncü kervan Sarıkeçililer develeri ileOrta Toroslar’dan.. 

Dördüncü kervan süslenmiş at arabaları ile Bodrum’dan...

Güney Ege kervanı İzmir’den...

Kuzey Ege kervanı Edremit’ten...

Trakya kervanı Edirne’den...

*

Yurdun dört bir yanından insanlar, kervanlar oluşturarak Ankara’ya yürümeye başladılar...

40 gün, 40 gece yol alacaklar...

Bu büyük yürüyüşün adı:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz...”

*

(Google’dan yürüyüşün harita ve fotoğraflarını bulup izleyebilirsiniz.)

*(atsr)

İstedikleri şey:

Çalınan, yağmalanan, yok edilen yurt...

Madencilere satılan ormanlar...

Holdinglere peşkeş çekilen dereler...

Kurutulan sulak alanlar...

Nükleer enerji...

GDO’lu üretim...

2-B yağması...

*

Kadın, erkek, genç, yaşlı...

Yüzü yanık, ayakları su toplamış, gözleri uykusuz, yorgun insanlar...

Ama yürekleri, savundukları dağlar kadar büyük... Yurt sevgileri, geri istedikleri ırmaklar kadar coşkulu...

Duyguları, özlemini çektikleri hava kadar temiz... 

Gerçek yurtseverler köy köy, kasaba kasaba, il il yürüyüşe geçtiler...

*

Çünkü...

Çünkü Anadolu’yu düşman alsaydı bu kadarını yapmazdı...

Karadeniz’in kurumuş derelerini, Ege’nin taşocaklarına dönmüş ormanlarını, Akdeniz’in beton yığını olmuş koylarını görseniz...

Ağlarsınız...

Hiçbir vicdansız bunu yapamaz...

*

İşte her sorumlu ve bilinçli insan gibi “ağlamaktan ve dövünmekten başka yapılacak bir şey var” diyen o yürekli insanlar onlar...

Yollara düştüler...

40 gün, 40 gece...

Ankara’ya yürüyorlar...

Vicdansızlığa, soyguna, hırsızlığa, yağmaya karşı aslında...

*

Önünüzden geçerken çiçek atın onlara...

Üç adım olsun yanlarında olun...

Belki bir bardak su isterler...

Ama bu yurt bizim, mutlaka siz de haykırın:

“Anadolu’yu vermeyeceğiz.”

İzleyiciler