Önizleme

22 Mayıs 2011 Pazar

Dünya Barışı O Kadınların Çantasındadır...Bekir Coşkun / Cumhuriyet


Bugün saat 14.00’te Tünel’den Taksim’e doğru önünüzden kadınlar geçecek...
Ellerinde pankartlar...
Gözleri ıslaktır, göreceksiniz...
Bağırırken sesleri düğümlenecek...
Ve kocaman çantaları olacak...
*
O güzergâhtan her gün yaşamdan talebi olan gruplar, kalabalıklar, kızgın ya da üzgün insanlar geçer...
Her birinin derdi vardır...
Bu kez kocaman çantalı o kadınlar geçecek...
Onlara iyi bakın...
Onlar; bilmedikleri, tanımadıkları, görmedikleri insan olmayan canlıların yaşam haklarını talep ediyorlar...
Bugün saat 14.00’te eşzamanlı; İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Çanakkale, Eskişehir, Bandırma, Bolu, Burdur, İskenderun, Kahramanmaraş, Karabük, Malatya, Mersin, Milas, Yalova, Uşak’ta...
“Bağımsız Hayvan Hakları Savunucularıdır” onlar...
Devlete, yerel yönetimlere ve insanlara sesleniyorlar...
Bir kuş yuvasının, bir kedi yavrusunun, bir yunusun, bir sincabın, bir karacanın, bir anne köpeğin yaşama hakkını istiyorlar...
Yani genelde insanların aklına en son gelen yerdeler...
*
Ama orası; dünya barışının olduğu yerdir...
Eğer sıra bir kedi yavrusunun haklarına gelmişse... Bir anne köpeğin yavrularını büyütmesini önemsiyorsa insanlık...
Denizdeki yunusun önemi varsa...
Kırlangıç yuvasının yıkılmaması gerektiğindeyse sıra...
O dünya güzeldir...
Çocuklar hayda hayda güvendedir...
İnsanların birbirlerine kıymadıkları, kanın, gözyaşının, acının, çığlıkların olmadığı bir dünyadır orası...
*
Ben onlara “Kocaman çantalı kadınlar” diyorum...
Açın bakın çantalarını...
Hani belki rastlanacak bir bebek kedi için bir-iki kutu mama... Restoranda kendileri yemeyip, garsondan gizli çantalarına atacakları yiyecekler için kavanozlar, poşetler... Veteriner adresleri ve telefonları...
Bir kutuda kuşlar için yem...
Yaralı bereli hayvanlar için belki biraz ilaç, eldiven, sargı...
Ve her açılışında çantaya damlayan gözyaşları...
*
Sevginin, barışın, güzel bir dünyanın başlayacağı yere insanları çağırıyorlar...
Kocaman çantalı kadınlar...

Köşe mitingi..Yılmaz ÖZDİL

Tık o şehir, tık bu şehir, ha bire miting yapılıyor. Parti liderleri anlatıyor. Ahali dinliyor. Televizyona bakıyorsun, bi mebus adayı konuşuyor, zaplıyorsun, bi başka mebus adayı, ahali seyrediyor. Radyoyu açıyorsun, oradalar, gazeteyi okuyorsun, gene oradalar. Harika.



 *
Benim oyum Tuncay’a.
*
Miting yapamıyor.
Ekrana çıkamıyor.
Radyolarda yok.
Gazetelerde yok.
Böyle demokrasi olur mu?
*
(Merak edenler için parantez açayım, Tuncay Özkan’ı tanımam, hayatım boyunca yan yana gelip konuşmuşluğumuz yok. Ancak, henüz mahkeme kararıyla mahkûm olmamış birinin suçlu ilan edilmesi ne kadar yanlışsa... Aynı koğuşta aynı suçlamayla yatan iki kişiden birini aday yapıp, öbürünü yapmayıp, toplum nazarında suçlu ilan etmek de o derece yanlış. Bana göre tabii. Üstelik, mebus olursa, davası düşmeyecek, suçlu bulunursa, cezasını çekecek. Tutuklunun aday olması, hapishaneye tünel kazmak değil midir derseniz... Onu bana değil, YSK’ya söyleyeceksiniz, adaylığına izin verildiğine göre, tünel varsa, kazan YSK.)
*
Dolayısıyla, İstanbul Anadolu yakası bağımsız mebus adayı Tuncay Özkan “miting yapsa, ne der” diye merak ettim, kızı Nazlıcan’dan rica ettim, babasından mektup getirdi. Buyrun...
*
“Söz veriyorum. Oyunuzun
hakkını vereceğim. Güveninizi
boşa çıkarmayacağım. İddia ediyorum, 13 Haziran’da içinde
yer alacağım Meclis’te hiçbir
şey eskisi gibi olmayacak.”
*
“Durumum şudur. Tecritteyim. Beş adım uzunluğunda, bir adım genişliğinde, hücredeyim. Bir başımayım. 32 aylık tutuklulukta, 84’üncü günümü yalnızlık kafesinde tamamladım. Kapının mazgalı yok. Günde üç kez açılıyor. Birkaç dakikadan fazla açık kalması yasak.”
*
“5 Mayıs günü, irkildim. Hücrede biri var... Geriye sıçradım. Meğer, gölgemmiş. Aynaya yöneldim. Fark ettim ki, uzun zamandır bakmamışım. Yüzüm değişmiş. Saçlarım kırdı, bembeyaz olmuş. Sonra kızdım kendime, ne olacaktı ki, kızım 15’indeydi, geldi 18’ine.”
*
“İnsanın ruhu gezmeye çıkıyor hücre dışına, umutla... İnancım yerli yerinde. Hıdrellez yazıyordu o gün gazetelerde... Tamam dedim, çoğu gitti azı kaldı, Hızır uğradı hücreme.”
*
“Oturdum, şiir yazdım.
Adı Hıdrellez...
İlk iki mısra:
Hasretimize bir dilek tut,
bana yasak...”
*
“Herkesi hasretle selamlıyorum. Dileğim, bağımsız milletvekili
seçilip, TBMM’de halkın sesi olmak... 13 Haziran sabahı özgürlüğün dolduracağı meydanlarda buluşmak üzere, sevgilerimle.”


Korgeneral Engin Alan Olayı Gideceği Yeri Bulmuş!.. Emin Çölaşan Yazdı

Sevgili okuyucularım,
Tayyip önceki gün yine inanılmaz, yakışıksız, yüz kızartıcı sözler söyledi, Bu kez hedefinde Özel Kuvvetler eski komutanı emekli Korgeneral Engin Alan vardı.
Vatana en büyük hizmetleri yapmış, emrindeki komandolarla dağda bayırda PKK ile vuruşmuş bir komutan.
Şimdi taşlar bağlı, köpekler serbest!
PKK ile vuruşan kahramanlar Silivri’de, Kürtçüler ve bölücüler ise AKP‘nin “Kürtçülük açılımı” doğrultusunda meydanlarda ve isyan provalarında!
Engin Paşa bu seçimde İstanbul’dan MHP birinci sıra adayı. Meclis’e gireceği kesin. Ve girdiği zaman Tayyip‘i fena silkeleyecek.
Tayyip bundan korkuyor ve şimdi onu hedef alamaya kalkışıyor.
Evet, Tayyip önceki gün Ankara’da bir konuşma yaptı ve yine önündeki yazılı metinden okuyup bu kez Silivri’de Balyoz davasından yatmakta olan Engin Alan‘ı hedef aldı. Eli kolu bağlı, oradan yanıt vermesi mümkün olmayan insanlara vurmak kolay!.. Aynen şöyle dedi:
“Başbakan (Çanakkale’de) şehitleri anma törenine gider de, bir korgenaral ayağa kalkmaz mı?(Kalkmazsa) Bedelini öder. Ödedi de. Gereği yapıldı, şimdi gideceği yeri buldu. (Silivri Cezaevi’ne tıkıldı)“
Yarabbim bu ne kin, bu ne nefrettir! Bu nasıl bir başbakandır ki, ağzından ona buna saldırmak dışında tek bir cümle duymak mümkün değildir.
Tayyip‘in bu sözleri dünkü gazetelerde yer buldu, bazılarında manşete çekildi. Pek çoğunda bu olay, geçen yıl kendisiyle yaptığım bir söyleşide Engin Paşa’nın bana söylediklerinden yola çıkılarak verildi.
O gerçekten ilginç bir söyleşi idi ve Tayyip‘in nefretinin nereden kaynaklandığını gösteriyordu. Bugün size 11 Nisan 2010 günü burada çıkan yazımı bir kez daha aynen iletiyorum. Bunun ilk nedeni, konuyu bir kez daha gündeme getirmek. İkincisi ise aradan geçen 13 ay içerisinde Sözcü‘nün o yazımı okuma olanağı bulamayan yaklaşık 100 bin yeni okuyucu kazanmış olması.
İşte o yazım! Virgülüne bile dokunmadan veriyorum… Amacım o yürekli, mert adamı, şimdi hapis yatmakta olan o kahramanı size bir kez daha tanıtmaktır.
“Silivri Cezaevi’nde Balyoz’dan yatmakta olan emekli Korgeneral, Özel Kuvvetler eski Komutanı Engin Alan’ın yazdığı bir mektup önceki gün elime ulaştı. Ben mektubu aldığımda Alan tahliye edilmiş, sonra yine tutuklanma kararı alınmış ve şimdi GATA’da yatıyordu. Dün Engin Paşa’yı, gazeteci arkadaşım Saygı Öztürk’le birlikte hastane odasında ziyaret ettik. Bir sürü aletlere bağlı, pijamalarıyla yatıyordu. İki gün önce anjiyo yapılmış.
Engin Alan Paşa, gerçek bir kahramandı. Yıllarca Özel Kuvvetler Komutanı olarak Güneydoğu ve Kuzey Irak’ta PKK ile vuruşmuş, Şemdin Sakık’ı yakalayıp Türkiye’ye getirmiş, Abdullah Öcalan olayının pek çok aşamasında bulunmuştu. Dün hastane odasında konuştuklarımızla bana gönderdiği 6 sayfalık mektupta söylediklerini harmanlayarak yazıyorum.
“Ben hayatımda Aspirin almamış adamım. İlk kez hastanede yatıyorum ve bu bana çok koyuyor. Son yaşadıklarımızın etkisiyle tansiyonumda anormal oynaklıklar, kalpte bozukluk ortaya çıkınca buraya yatırdılar. Şimdi hayatımda ilk kez bir sürü ilaç veriyorlar. Ben dağlarda ölümden dönmüş adamım. Kucağımda nice Mehmetçikler, hatta Emir Subayım şehit düştü. Üç kez helikopterde mermi yedim, iki kez yerde PKK tarafından tarandım. Kuzey Irak’ta Metina dağlarında Tümgeneral rütbesiyle tam 38 gün dağlarda kaldım, vücuduma su değmedi. Bitlendim. Ben bedavadan yaşayan adamım. Ölümden korkmam. Ben bunlardan mı korkacağım, bunlara mı diz çökeceğim? Benim 20 yıl savaştığım adamlar Habur’dan girdi, seyyar mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Şimdi biz terörist olduk! Hem bunlar, hem de Türkiye’nin göz göre göre bitirilişi bana çok koyuyor. Bize poliste ve savcılıkta yapılan işlemler  daha da fazla koyuyor.
Poliste, sanki aranan  sabıkalılar gibi üzerimize levha koyup resimlerimizi çektiler, parmak izlerimiz alındı. Savcılar, sorgulamada bir tek suçlama getiremedi. Ancak gözlerindeki kin ve nefreti hepimiz görüyorduk. Neyle suçlandığımı bilmiyorum çünkü mahkemenin gizlilik kararı varmış ve her şey gizliymiş. Bizi düşman ordusunun esir düşen generalleri gibi sorguladılar. Bunların hepsi onurumuzu kırmak için yapılıyordu.”
Peki, Özel Kuvvetler Komutanı Engin Alan Paşa, hastanede yatmayı sürdürecek mi?
“Doktorlar bıraktığı anda, ben burada bir dakika durmam. Silah arkadaşlarım cezaevinde yatarken ben burada yatmam. Doktorlar karşı çıksa bile mutlaka Silivri’ye döneceğim. O yürek, o cesaret bende var. İşte, aletleri görüyorsunuz. Bir sürü aletle sağlık durumum 24 saat izleniyor. Tek çareleri beni öldürüp kurtulmaktır. İdam cezasını getirsinler, beni assınlar, ona bile razıyım. Ya da beni İmralı’da Abdullah Öcalan’ın veya Diyarbakır’da Şemdin Sakık’ın yanına gönderecekler, yarım kalan hesabımızı orada bitireceğim.”
Peki Balyoz olayı nedir? Var mı böyle darbe gibi şeyler?
“Yok böyle bir şey. O seminere katılan 162 komutan aklını mı yitirdi ki böyle bir şey olsun! Cami bombalama falan külliyen yalan. Orada, Yunanistan’la aramızda savaş çıktığında arkamızda toplu isyan olursa ne yapılır, onlar irdelendi.”
Geçmişte Engin Alan Paşa Gelibolu’da Kolordu Komutanı iken Tayyip’le aralarında bir sürtüşme yaşanmış mıydı?
“18 Mart törenlerinden Kolordu olarak biz sorumluyduk. Bütün program yapıldı. Bana Vali aracılığı ile haber gönderiyor, 2 saat geç gelecekmiş, töreni geç başlatsınlar diyor! Kabul etmedim, emir değişmez dedim. O da zamanın da gelmek zorunda kaldı. Konuşması bitti. Ayağa kalkmadım, alkışlamadım. Olay budur.”
Bunlar özellikle Özel Kuvvetler’den korkuyor mu?
“Hepimizden korkuyorlar. Çok korkaklar. Ama en büyük korkuları Özel Kuvvetler’le birlikte, denizcilerin SAS ve SAT komandolarıdır. Onun için denizcilerin üzerine gidiyorlar.”
Bordo berelilerin efsane komutanı Engin Alan Paşa’dan aldığım mektup ve dün kendisiyle Saygı Öztürk’le  hastane odasında yaptığımız söyleşiyi harmanlayarak yazdığımı belirtmiştim. Şimdi bu bölümde, uzun mektubunu özetleyerek devam ediyorum:
“Sayın Çölaşan… Balyoz isimli tertip sonucu cezaevindeyiz. Bu mektup benim için bir ilk. Sadece size yazıyorum. Neden size? Düşüncelerimi onurlu, namuslu, yürekli bir vatansever, Atatürk milliyetçisi ile paylaşmak için… 26 Şubat’ta Çetin Doğan Paşa ile savcılık sorgusuna alındık. Tam 2.5 saatlik sorguda bana, benimle ilgili tek soru yok! Ben ne yapmışım? Yok! Arada bir de tuzak soru var. Diğer ordular da böyle seminerler yapar mı? Amaçları, olayı TSK’nın bütününe yansıtmak. Adalet Bakanlığı Müsteşarı o gün, bizler tutuklanmadan önce, Beşiktaş Adliyesi’nin hemen yanındaki Four Seasons otelinde kamp kurmuş durumda.
Tutuklamayla ilgili ben ve avukatlarım ısrarla neyle suçlandığımızı gösteren belge ve bilgileri istiyoruz. Cevap: Mahkemenin gizlilik kararı var. Hele bir Silivri’ye git, orada öğrenirsin!
Okyanus ötesinde ABD/CIA-Fethullah-AKP üçlüsü tarafından tezgahlanan sahte ve düzmece bir kurgu ile insanların onuru ve şerefi ayaklar altına alınıyor. TSK her gün hakaretlere uğruyor. ÇOK GİZLİ PLANLARINI bile koruyamaz, tatbikat ve seminer yapamaz, üç kamyonunu yürütemez, mühimmatını taşıyamaz hale getiriliyor.
TSK’yı bitirdikten sonra gelsin Kıbrıs, gelsin Ermenistan protokolü. ABD çekilince Irak bataklığı ve bunun öncüsü olan Kürt açılımı! Sonra gelsin ABD’nin İran planları. İşgalci TC, Kürdistan’dan defol… Öcalan’a özgürlük… İste size SIFIR SORUN!
Ben niye 20 yıl bunlarla mücadele ettim? Niye fidan gibi şehit evlatlarımı toprağa koydum? Ben neyin bedelini ödüyorum? Terörist yaftalamasıyla beni Silivri’ye attıran irade kim? Benları sormak hakkım değil mi?
Ben hapisten, mahkemeden, ölümden korkmam. Asla diz çökmem, teslim olmam. Eğer bir şey yaparsam, yaptım diyecek ve bunun bedelini ödeyecek yürek ve cesaret sahibiyim. Öyle bir durumda savcı, hakim ve infaz memuru da ben olurum,infazı bunlara bırakmam. Ama bu haksızlıkların, hukuksuzlukların bir sonu olmalıdır diye düşünüyorum.
Belki inanmayacaksınız ama Sayın Çölaşan, ben ne Sakık, ne de Öcalan olayını eşim ve çocuklarımla bile paylaşmadım. O sırları mezara götüreceğim. Ama bugün ilk defa düşüncelerimi sizinle, bir vatanseverle paylaşmak istedim. Bu mektup, bu isteğimin ürünüdür. Size ve Hanımefendiye saygılar sunuyorum.”
Bu mektubu okuyunca gözlerim dolmuştu. Dün GATA’daki kısa ziyaretimizde bu kez, hayatımda ilk kez görüp tanıştığım Engin Alan Paşa’nın gözlerinin dolduğunu gördüm. O sırada kucağında can veren şehitlerimizden söz ediyordu…
Vedalaşırken sarıldık… Bir şey daha söyledi, be kez benim gözlerim doldu:
“Düzeldiğim anda cezaevine döneceğim. Gidişim fazla uzun sürmeyecek. Ama başımı eğmeyeceğim, dimdik ayakta olacağım… Ve şunu herkes iyi bilsin. Hak, hukuk,adalet kalmadığı için, bir girdik mi bizi bir daha bırakmayacaklar, dışarı çıkarmayacaklar.”
Evet, 11 Nisan 2010 tarihli yazım böyle idi. Sonrasında efsane komutan Engin Paşa’yı bir daha görmedim, haber almadım…
Çünkü Tayyip’in deyişiyle “Gideceği yeri bulmuştu!” Onunla bir kez bile olsa sarılıp el sıkışmaktan hep onur duydum.
SÖZCÜ

İlk Hedef MHP! ..Emin Çölaşan

 Sevgili okuyucularım, seçime bir aydan az bir zaman kaldı. İktidar partisi tam anlamıyla şımarmış, yüzde 50 oy almaktan söz ediyor! Şımarıklık o boyutta ki, 2023 yılında, yani Cumhuriyet’in 100. yılında ne yapacaklarını hayali ve düzmece projelerle anlatıyorlar.
İnşallah o zaman Türkiye bunların yönetiminde (!) sıçramış olacak, kelle başı aylık gelir ayda 10 bin dolara ulaşacak gibi masallarla, Türk milletini rüya aleminde yaşatmaya yelteniyorlar.
Ancak önümüzde seçim var. Biz önce bu seçimi düşünelim.
Şimdi bakınız. AKP‘nin bu seçimde bir numaralı hedefi, MHP‘yi  yüzde 10 barajının altında tutmak.
MHP’ye o nedenle saldırıyorlar. Ellerindeki karanlık güç odakları, bir AKP’li belediye başkanının da önemli katkılarıyla bazı MHP’lilerin tamamen özel yaşamı ilgilendiren kasetlerini piyasaya sürüyorlar.
Son referandumda ülkücülerin üzerine gittiler ve onları başarıyla böldüler. Şu anda da aynı oyunu oynuyorlar.
Peki şimdi planları ne?
“MHP yüzde 10′un altında kalırsa, onun çıkaracağı tüm milletvekillerini biz AKP olarak kazanırız. O nedenle, ne yapıp yapıp MHP’nin üzerine gitmek, MHP’yi vurmak, onun tabanını kafakola almak zorundayız.”
Şu anda MHP’nin Meclis’te 72 milletvekili var. Şimdi varsayalım MHP barajı geçemedi ve bu sayının en az 65′ini AKP aldı.
Sizi ikna etmek için bunu biraz açmalıyım. Seçim kanunu öyle düzenlenmiş ki, sadece en çok oy alan partiye yarıyor. En çok oy alan parti, küçük partilere verilen oyları sıfır düzeyine indirdiği gibi, Meclis’e giremeyenlerin de oylarını kendi adına yazdırıp ona göre milletvekili çıkarıyor.
Evet, seçime kadar MHP, AKP’nin birinci boy hedefi olacak.
Bu yazdıklarımın somut örneklerini ise rakamlarla, 3 Kasım 2002 seçimlerinden vereyim. AKP o seçimde iktidar olmuştu. Peki nasıl olmuştu? Küçük partileri ve bağımsızları vermiyorum. Alınan oylara bakalım:
AKP yüzde 34.2
CHP yüzde 19.3
DYP yüzde 9.5
MHP yüzde 8.3
Genç Parti (Cem Uzan) yüzde 7.2
ANAP yüzde 5.3
2002 seçiminde Meclis’e bu yüzde 10 baraj dümeni nedeniyle sadece iki parti, AKP ve CHP girebildi. DYP, MHP çok az, Genç Parti ise az farkla devre dışı kaldı.
Demek ki, Türkiye’de verilen oyların sadece yüzde 53.5′i Meclis’te CHP ve AKP toplamı olarak temsil edildi. Yarıdan biraz fazlası!.. Ve bu gülünç sistemde AKP tek başına iktidara geldi.
Peki milletin geri kalan yüzde 46.5 oranındaki oranındaki oylara ne oldu?
Onlar buharlaştı, çöp tenekesine gitti!
Böyle rezalet, böyle seçim kanunu olur mu?
Tabii AKP, bu durum işine geldiği için, iktidarda bulunduğu dokuz yıl boyunca bu baraj rezaletini kaldırmadı, kaldırılmasını isteyenlere hep karşı çıktı.
Şimdi aynı seçimin rakamlarına bir kez daha başka bir açıdan baktığımızda, karşımıza korkunç bir tablo çıkıyor. Özellikle DYP, MHP kılpayı, Genç Parti ise çok az bir farkla Meclis’e giremediler.
Peki bu iş kime yaradı?
Sadece ve sadece AKP’ye yaradı. Tek başına iktidar oldu.
Hem de bu sakat sistemin sonucu olarak, yüzde 34 oy alıp milletvekillerinin yüzde 66′sını elde etti.
Tabloya bakın siz! Üçte bir oy alıyorsunuz. Meclis’e üçte iki giriyorsunuz! Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayacak bir hadisedir.
Öyle bir sistem oluşturulmuş, öyle bir tezgah kurulmuş ki, boşa giden oyların nerdeyse tamamı en çok oy alan partiye gidiyor ve onu iktidar yapıyor.
Asla dilemem ama bu seçimde de aynı şey olabilir.
CHP‘nin Meclis’e gireceği kesin. İşte o yüzden AKP, şimdi MHP oylarına, başka bir deyişle MHP’nin baraj altında kalıp Meclis’e girememesine odaklanmış durumda… Çünkü böyle olduğu takdirde MHP‘ye verilen oylar sadece AKP’ye yaramış olacak.
İşte o zaman AKP Meclis’te istediği çoğunluğu elde edecek, anayasa ve yasalarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamayı sürdürecek ve ülkemiz Kürtçü bölünmeye, Kürdistan‘a doğru hızla yol alacak.
O yüzden, başta Tayyip olmak üzere “MHP sınırda” diyorlar, onu eritmek için böyle bir cingözlük yapıyorlar.
Bu da yetmiyor, MHP’yi yıpratıp Meclis’e girmesini önlemek amacıyla, piyasaya kasetler sürülüyor…
Ve devletin ilgili kurumları bu işi soruşturup aydınlatmak bir yana, ellerini ovuşturup seyrediyorlar.
Oyumu MHP’ye verecek değilim ama bu partinin mutlaka Meclis’te olması gerektiğine inanıyorum.
SÖZCÜ

Damdakiler...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

Bir olay olduğunda köylüler niye birbirlerine sokularak ve topluca yüksek bir yere çıkarlar?..

Bir tepe...

Ya da bir evin damı..

*

Bir; daha iyi görmek için...

İki; hep birlikte gördüklerini birbirlerine anlatmak için:

“Polis de geldi...”

“Kamyon da kamyonmuş...”

“Hüseyin de orada...”

Üç; işe bulaşmamak için...

*

Yapılan anketlere göre; seçimlere şurada günler kaldı, ama hâlâ “fikri yok” ve “kararsızların” oranı yüzde 15 ile yüzde 25 arasında...

*

Demek ki damdalar:

Başbakan’ın öbür oğlu da sabun işine girdi...

İstanbul ve Antalya’nın ünlü AVM’leri yanında ABD’de Virginia eyaletindeki Tyson’s Corner AVM’de de stand açarak kokulu sabun ihraç etmeye başladı...

Ama her dört gençten birisi işsiz, sefil, sürünüyor...

Eh...

Karar veremez insan...

*

Başbakan’ın oğlunun sabunları meyve şeklinde; şeftali, erik, mandalina...

Markası; MİS...

Ama “Saray sabunu”, “Amber”, “Padişah köpüğü” çeşitleri de var...

“İstanbul Ticaret Odası’na 715800/0 sicil no ile kayıtlı Mis Hediyelik Eşya” mis gibi para kazandıran bir iş...

Damdakinin sabunu ise iktidarın evlere dağıttığı “gıda yardımı paketi” içinde geliyor...

Açıp bakıyor ki sabun gelmiş...

Kalıp...

O zaman...

Karar veremiyor demek...

*

Ne yapacaksınız?..

İktidarın çocukları ve yandaşları bin kez köşeyi döndüler...

Damdakinin payına yoksulluk düşüyor...

İşsizlik...

Sefalet...

Muhtaçlık...

*

Ama yine de aşağı inmek gibi bir fikre sahip değiller...

Öyle bakıyorlar, kararsız...

Damdakiler...




Oturtma...Cumhuriyet gazetesi yazarı Bekir Coşkun yazdı

Oturan komutana “gereğini” yapmış!...

*

İnsan nasıl duracağını şaşırıyor...

Otursan suç...

Ayakta dursan... Ata’nın huzurunda saygı duruşuna “Öyle sap gibi ayakta duruyorlar” diye kızdı öbürü...

İkisinin ortası yan yatsan...

Bu kızıyor:

“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir...”

*

Sınırdaki gözetleme yerinde Başbakan’ı korkutup oturtan komutan da gitti...

Oturtmaktan...

Çanakkale’de Başbakan gelince oturan komutan ise...

Oturmaktan...

*

Devrin en oturaklı devlet adamı Bülent Arınç ise, oturak niyetine kullandığı siyaset kürsüsünde doğru pozisyonu gösterdi:

“Şöyle geleceksin, topuk selamı verip gideceksin... Sen benim memurumsun... Oturduğun yerde oturacaksın...”

*(atsr)

Ki ertesinde Başbakan oturanın başına ne geldiğini açıkladı:

“Törende Başbakan gelir de bir korgeneral ayağa kalkmaz mı?.. Oturdu, bedelini ödedi, gereği yapıldı...”

Ergenekon Davası’nın hangi hukuk zihniyetine oturtulduğunu anladınız mı şimdi?..

Bir intikamın...

Bir kinin...

Bir nefretin...

İnsanın yüreğine oturuyor; bu ülkenin demokrasiden haberi bile yokken... Ona yüzyılın en şerefli zaferini, modern devleti, demokrasiyi, Cumhuriyeti armağan eden Türk ordusuna bu kin, nefret niçin?..

Bir iktidar niye kendi askerinden böyle intikam almak ister?..

O neyin iktidarıdır o zaman?..

Kimin?..

Oturtun bir akla mantığa, oturtabiliyorsanız...

*

Paşa da sanıyor ki bir suçu var, hapiste oturuyor...

Demek ki içeride oturması, kalkmamasından...

*

Çok sayıda okur, bu itirafı duyunca tepki notu gönderiyor dünden beri...

Bu son itiraf içinize oturdu belli...

İyi de, seçime az kaldı...

O zaman “gereğini” yap sen de...

Oturtma...

MG alıntı



****
Karikatürler - Muhalif CIZGILERhttps://www.facebook.com/pages/Karikat%C3%BCrler-Muhalif-CIZGILER/186115531419562


****
Yılmaz Özdil Hürriyethttps://www.facebook.com/pages/Y%C4%B1lmaz-%C3%96zdil-H%C3%BCrriyet/186722461357933


****
Emin Çölaşan Sözcü gazetesi yazarıhttps://www.facebook.com/pages/Emin-%C3%87%C3%B6la%C5%9Fan-S%C3%B6zc%C3%BC-gazetesi-yazar%C4%B1/194723683891920

İzleyiciler